Saturday, April 10, 2010

Şeker hastalarına ramazan uyarısı

ANKARA - Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksun Ayvaz, kronik rahatsızlığı olan ve düzenli ilaç kullanan kişilerin ramazanda oruç tutarken dikkatli olmaları gerektiğini söyledi.
Şeker, tansiyon ve kalp hastalarının, bu süreçte doktorlarının tavsiyelerini göz önünde bulundurmaları gerektiğini vurgulayan Ayvaz, şeker hastalığının kan şekeri yüksekliği ile karakterli bir sorun olduğunu kaydetti.
Göksun Ayvaz, şeker hastalarında, kan basıncı yüksekliği, kan yağlarında bozukluk, kilo fazlalığı ve kalp-damar hastalıklarına da çok sık rastlandığı için tedavinin, sadece kan şekerini düşürmekten ibaret olmadığına dikkati çekti.
Prof. Dr. Ayvaz, şeker hastalarında kan basıncının uygun seviyede tutulmasının çok önemli olduğuna işaret ederek, genç tipi şeker hastalığında (Tip 1) vücutta kandaki şekerin enerji sağlamak amacıyla dokulara girmesini sağlayan insülin hormonunun üretimi olmadığını kaydetti.
Ayvaz, kandaki şekerin dokulara girememesi halinde böbrek ve göz dibinde hasar gelişebildiğini belirterek, bu tipin tedavisi için mutlaka insülinin dışarıdan enjeksiyon yoluyla günde 4 kere cilt altına verilmesi ve beraberinde hastanın günde üç ana, üç de ara öğün olmak üzere, şeker içermeyen ve çabuk şekere dönüşen gıdalardan mümkün olduğunca fakir Diyet yapması gerektiğini vurguladı. Ayvaz, ''Gerek günde 4 sefer insülin yapma mecburiyeti, gerekse az ve sık yemek zorunda olması nedeniyle Tip 1 şeker hastalığı olanların kesinlikle oruç tutmamaları önerilmektedir'' dedi.
İnsülinin yeterince salgılanamamasının ve vücutta insüline karşı direnç olmasının erişkin tip şeker hastalığına (Tip 2) yol açtığını dile getiren Ayvaz, hastalığın tedavisinde kilonun kontrol altında tutulması gerektiğine işaret etti.
Tedavi sürecinde kilo verdirici, az ve sık yiyerek düşük kalorili diyet uygulanması ve beraberinde mutlaka her hastanın kendine uygun Egzersiz yapması gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Ayvaz, ağızdan ilaç tedavisinin de uygulanabildiğini, kimi durumlarda günde bir veya daha fazla insülin yapılabildiğini anlattı.
Göksun Ayvaz, bu hastalarda kan basıncı yüksekliği, damar sertliği ve buna bağlı olarak görülebilen felçler ve kalp-damar hastalıkları gibi olumsuz durumlarla karşılaşılmaması için tedavi programına harfiyen uyulması gerektiğini vurgulayarak, ''Ağızdan alınan ve insülin salgılatan ilaç gruplarını ve insülini kullanan hastaların, oluşabilecek kan şekeri düşmelerine engel olmak amacıyla kesinlikle oruç tutmamalıdır'' diye konuştu.
Şeker hastalarına ramazan uyarısı

Mehmet Öz den 8 beslenme önerisi

1. Yalnızca acıktığınızda yemek yiyin. Her zaman söylendiği gibi az ve sık yediğinizde hiçbir zaman aç kalmamış olursunuz. Yemek aralarında hafif ve sağlıklı besinler atıştırmak da öğünlerde tıka basa yemeyerek kilonuzu düzenlemenin ilk adımını atmanızı sağlar. Ayrıca akşam yemeğinizi yatmadan en az 3 saat önce yemeniz sizin için çok faydalı olacak.




2. Tabaklarınızı değiştirin. Yemeklerinizde kullandığınız büyükboy yemek tabaklarını küçük boylarıyla değiştirin. Tabi bunun anlamı daha küçük bir tabakla iki tabak yemek yiyerek eşit miktarda yemek değildir. Unutmayın, daha küçük tabak kullanmak porsiyonu azaltmak için size yardımcı olacaktır.




3. Mehmet Öz, her gün aşağıdaki yiyeceklerden yemenizi öneriyor: a. Toplamda 9 avuç kadar meyve ve sebze; b. En az 20gram (bir avuç kadar) fındık; c. Özellikle sabahları yüksek oranda lif içeren tam tahıllı ekmek ya da kahvaltılık gevrek...




4. Haftada en az 3 kez balık yiyin. Omega 3 adı verilen yağ asitlerini içeren balık, sağlığınıza önemli katkılar sağlayacak bir besindir. Balık yiyerek hem sağlıklı hem de ince kalabileceksiniz. Mehmet Öz, özellikle somon, sardalya, uskumru ve ton balığını öneriyor.




5. Domates yiyin. Haftada en az 10 kaşık pişmiş domates ürünü yiyerek prostat ve diğer kanserlerin riskini azaltan antioksidan likopen elde edebilirsiniz. Bir haftada 10 kaşık ketçap (katkı maddesi içermeyen) ya da kendi hazırladığınız domates sosu, sağlıklı dozu almanızı sağlayacaktır.




6. Mehmet Öz, sıcak patatesten kaçınmanın yanında aşağıdaki besinlerden de kaçınmanızı öneriyor: a. Trans ve/veya doymuş yağ içeren bütün yiyecekler; b. Beyaz yiyecekler: Beyaz ekmek, beyaz pirinç, beyaz makarna, krema sosları... Beyaz yiyecekler yüksek oranda işlenmiş ve yağ içeren besinlerle birlikte alınmaktadır ve bunlardan kesinlikle kaçınılmalıdır; c. İçindekiler bölümünde yüksek fruktozlu Mısır şurubu (high fructose corn syrup (HFCS)) içeren basit şekerler bulunan ürünler. Bunlar kan şekerinizi arttırarak yüksek kalorili yiyeceklerle Beslenme arzunuzu artırır.




7. Yemek yemeden önce su için. Her yemekten önce 1 ya da 2 bardak su içmeniz biraz doymanızı ve böylece daha az yemek yemenizi sağlar. Bu da sağlıklı kiloya kavuşmanın kolay bir yoludur.




8. Mehmet Öz’e göre şu besin destek ürünlerinden her gün almalısınız: a. En az 800 mikrogram folat, 400 IU D vitamini, 1,200 miligram kalsiyum ve 400 miligram magnezyum içeren vitamin ve mineraller; b. Eğer balık yemiyorsanız, kalbe yararlı olan bu yağ asitlerinden 2 gram içeren omega 3 besin destek ürünü.


Mehmet Öz'den 8 beslenme önerisi

Kalp ve tansiyon hastalarına oruç uyarısı

ANKARA - Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Göksun Ayvaz, ramazanda günlerin oldukça uzun ve sıcak olmasının, oruç tutanlarda fiziksel yorgunluğu artırabileceği, kan şekerini düşürebileceği, tansiyon sorunlarına ve ciddi sıvı kayıplarına yol açabileceğini söyledi.
Halk arasında tansiyon olarak bilinen kan basıncı yüksekliğinin genellikle aile öyküsü kaynaklı ve yüzde 90 oranında nedeni bilinmeyen bir hastalık olduğunu belirten Ayvaz, tansiyon hastalarının yüzde onunda ise nedenin, altta yatan bir başka hastalıktan kaynaklandığını anlattı.
Ayvaz, kan basıncı yüksek olan hastalarda temel tedavinin, kişinin kilosunu ideale getirmek, kullanılan tuz miktarını azaltmak ve kişinin yapısına uygun düzenli Egzersiz yapmak şeklinde uygulandığını, bunun dışında kişiden kişiye değişen sayı, çeşit ve dozda ilaç kullanımının da tedavi seçenekleri içinde yer aldığını bildirdi. Yeterli tedavi yapılmaması halinde yüksek kan basıncının, beyin, kalp, göz, böbrek ve bacak damarlarında sertlik ve daralma ile kalp yetmezliği gelişimine neden olabileceğine dikkati çeken Ayvaz, şunları kaydetti: ''Uzun süreli oruç günlerinde, hele de günler sıcak geçiyorsa yeterli sıvı alamama, ter yoluyla vücuttan sıvı kaybı ve kan basıncı yükselebilir. Buna bir de birden fazla sayıda kullanılan ilaçların alım aralarının açılması eklenirse tansiyon kontrolü bozulabilir. Bu nedenlerle özellikle kilolu ve fazla sayıda ilaç kullanan, tansiyon kontrolü çok iyi olmayan hastaların oruç tutmaları önerilmemektedir.''
KALP KRİZİ RİSKİ ARTABİLİR
Ayvaz, kalp-damar hastalığı olan kişilerde, mevcut damar darlığı nedeniyle vücuttaki bazı dengelerin bozulabildiğine işaret etti.
Kan basıncı düştüğünde kalbin az beslendiğini, bu durumda salgılanan bazı hormonların kalbin hızını arttırabildiğini, ritm bozukluğu yapabildiğini dile getiren Ayvaz, kalp kasını yorup damar darlıklarını daha da arttırabildiğini söyledi.
Ayvaz, kan basıncı yükselmesinin kalbin yükünü arttırdığı, kan şekerinin düşmesinin kalp damarında darlık olan kişilerde olası kalp riskini yükseltebildiğini ifade etti. Ayvaz, ''Bu nedenle, kalbi ve damarları zora sokacak bütün bu durumlardan özellikle sıcak yaz günlerinde korunmak gerekmektedir. Uzun günlere denk gelen ramazanda bahsedilen riskler nedeniyle kalp damar hastalığı olanların oruç tutmaları uygun değildir'' diye konuştu.
MUTLAKA SAHURA KALKILMALI
Kalp ve tansiyon hastalarına oruç uyarısı

Patlamış mısır, antioksidan zengini çıktı

ANKARA - Daily Mail gazetesinin haberine göre, ABD'de yapılan araştırmada, patlamış mısırın içinde meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunan "polyphenol" antioksidan maddesine rastlandı. Bu madde Kalp Hastalıkları, kanser ve diğer hastalıklarla mücadeleye, vücudun direncini artırması açısından yardımcı olmasıyla biliniyor.
Patlamış mısır, antioksidan zengini çıktı

Zayıflamak için oruç tutulmaz

AYDIN - Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Diyet Uzmanı Dr. Nil Pınar Ercan, bu yıl ramazan ayının uzun yıllar sonra çok sıcak bir döneme denk geldiğini, sahur ile iftar arasının çok uzun olacağını belirtti.
Zayıflama amacıyla oruç tutanlar bulunduğuna dikkati çeken Ercan, ''ramazanda zayıflama düşüncesiyle yola çıkıp kilo alan çok sayıda bireye de rastlayabiliyoruz. 'Ne kadar az yersem, o kadar kilo veririm, bunun için ramazan ayı müsait' diye düşünülüyor. Açlık süresi ramazanda uzuyor. Bireyler iftarda birden yemeğe yüklenerek açlığını telafi etmek istiyor. Böyle olunca sindirim sisteminde problem ortaya çıkıyor. Amaç Kilo Vermek değil, kilo almayı önleyecek şekilde besin almak olmalı'' diye konuştu.
ORUCU UYKUYA TUTTURMAK
Ercan, ramazan ayında uyku düzeninin de çok önemli olduğunu, bu dönemde açlık duygusunun yüksek çok olmasının, kan şekerindeki düşüşün bireylerde uzun süre uyuma isteğini ortaya çıkardığını söyledi.
Ramazanda düzenli ama aşırı olmayan uyku ve dengeli beslenmenin önemli olduğunu bildiren Ercan, ''gün boyunca uyuyarak vakti geçirmek bilinenin aksine ramazan ayında olumsuzluk yaratır. İnsanların normal hayatlarındaki aktivitelerine yakın şekilde aktiviteler yapması gerekir'' diye konuştu.
İftarda her zaman açlık fazla olacağı için hamur işleri, şekerli yiyecekler, ramazan pidelerinin sofraları süslediğini belirten Ercan, bireylerin iftarda ilk önce bir kase çorba, bir dilim ekmek ve yanında kuru meyve tüketmesini önerdi.
İftardan sonra yatana kadar sürekli bir şey değil süt, yoğurt, meyve gibi ara öğünler yenmesini de tavsiye eden Ercan, sahurda daha çok protein ağırlıklı beslenilmesini, tuzlu yiyeceklerin tüketilmemesi istedi.
FUTBOLCULARIN DURUMU
Profesyonel sporcular için kulüp doktorlarının özel programlar hazırladığını kaydeden Ercan, futbolcuların gün içinde belirli bir efor sarf ettiğini, aşırı su kaybettiğini, bu nedenle oruç tutan futbolcuların hem susuzluğu, hem de açlığı daha fazla hissedeceklerini ifade etti.
Çok uzun süre aç kalındığında kan şekerinin düşeceğini ve metabolizmayla ilgili bazı problemlerin ortaya çıkacağını vurgulayan Ercan, yine de tercihin futbolcuya ait olduğunu ifade ederek, ''biz antrenman ve müsabaka döneminde sporcuların oruç tutmamasını öneriyoruz. Uzun süreli açlığa ve sıvı kaybına bağlı kan şekeri düşüklüğü sonucu, halsizlik, yorgunluk, dikkatsizlik görülmekte, sakatlanma riski artmaktadır. Bu Ramazanda oruç tutacak futbolcunun performansı düşecektir'' dedi.
Sporcunun oruç tutmasının yasaklanmasının da, moral motivasyonunu olumsuz etkileyebileceğini de bildiren Ercan, ''futbolcular maçtan bir gün önce ve maç günü, sağlıkları için oruç tutmamalı. Ama tercih yine de futbolcunun'' diye konuştu.
YANLIŞ BİLİNEN TÜKETİM
Zayıflamak için oruç tutulmaz

Bakanlıktan ramazanda beslenme uyarısı

ANKARA - Hava sıcaklığı nedeniyle kaybolan su ve mineral kaybının yerine konulması için iftardan itibaren sahur sonuna kadar ayran, taze sıkılmış meyve ve sebze suları gibi bol sıvı ve su alınması da önerildi.
Sağlık Bakanlığının açıklamasında, toplumsal hayatta önemli bir yer teşkil eden ramazanda, dini bir vecibeyi yerine getirmek için oruç tutulduğu, bununla birlikte bireylerin günlük yaşantıları ve Beslenme düzeninde önemli değişiklikler olduğu kaydedildi.
Oruç tutan bireylerin günlük beslenme alışkanlıklarının değiştiği, öğün sayısı ve sıvı tüketiminin azaldığı, iftar saatine kadar açlık hissetmemek amacıyla yüksek enerji içeren şekerli, unlu ve yağlı besinlere yönelindiği belirtildi.
Oysa ramazan ayında bireylerin yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivitelerine göre günlük almaları gereken enerji, protein, karbonhidrat, yağ, vitamin ve mineral oranlarının değişmediği ifade edilerek, bu süre zarfında sağlığın korunması açısından yeterli ve dengeli beslenmeye devam edilmesi gerektiği bildirildi.
Yaz aylarında sıcaklık ve nem artışına bağlı olarak vücut ısısının arttığı, metabolizmanın bu yeni duruma uyum sağlamaya çalıştığı kaydedilerek, şunlara dikkat çekildi: ''Kalp debisinde düşme, doku ve organlarda oksijenlenmede azalma, kalp atım sayısı ve kan basıncındaki artış gibi nedenlerden dolayı yaz aylarında özellikle yüksek tansiyon, kalp yetmezliği ve koroner kalp hastalıklarında artış gözlenmektedir. Ayrıca sıcaklıkların etkisiyle artan terle birlikte su ve mineral kaybı sonucu, bayılma hissi, bulantı, baş dönmesi gibi Sağlık problemleri de görülebilmektedir.''
İLGİLİ HABERLER
TÜM RAMAZAN HABERLERİNE ULAŞMAK İÇİN...
Bakanlıktan ramazanda beslenme uyarısı

Kızılcık C vitamini deposu

Malatya - Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sezai Ercişli, yaptığı açıklamada, kızılcıkla ilgili Çukurova Üniversitesi, Malatya Meyvecilik araştırma Enstitüsü ve Atatürk Üniversitesinin ortak bir araştırma yürüttüğünü, bu çalışma sonunda kızılcık meyvesinin antioksidan özelliğinin çok yüksek olduğunun tespit edildiğini söyledi.
Ercişli, şöyle konuştu: ''Kansere karşı antioksidan özelliği, koruyucu özellik demek. Hücreleri kansere karşı koruyor. Bizim çalışmamız bunu kanıtladı. Yalnız kızılcık tipleri arasında bariz fark çıktı. Çok koyu renkte olan kızılcıkların antioksidan içeriği daha yüksek olarak tespit edildi. Kızılcığın ortalama C vitamini 100-120 miligram civarında. Bu portakalın ortalama iki katı olarak kabul ediliyor. Portakalda biz bunu ortalama 50-60 miligram olarak tespit ediyoruz. C vitamini yönünden oldukça yüksek. Antioksidan özelliği de C vitamininden kaynaklanıyor.''
Araştırmanın, Avrupa'da prestijli Gıda dergilerinden birinde yayımlandığını anlatan Ercişli, ''Kızılcıkta Türkiye, özel bir konuma sahip. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'deki gibi geniş bir kızılcık popülasyonu yok'' dedi.
''GENETİK KAYNAKLARI MALATYA'DA''
Kızılcık C vitamini deposu

Ramazanda beslenme alışkanlığı değişiyor

İSTANBUL - Toplumsal hayatımızda önemli bir yer teşkil eden Ramazan ayında, gün içerisinde yemek yenilemediği için sahur ve iftar yemeklerine ayrı bir özen gösteriliyor.Her zaman önerildiği gibi Ramazan'da da amaç; yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayabilmek. Bu sebeple ramazan ayında da öğün sayısının en az üç olacak şekilde planlanması tavsiye edilir.Bu Beslenme şekline dikkat etmeyen sağlıklı kişilerde bile zaman zaman sindirim zorlukları, mide ve bağırsaklarda aşırı gaz birikimi, ani tansiyon yükselmesi gibi rahatsızlıklar görülebilir.Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölüm Şefi Diyetisyen Ayşe Korkmaz, özellikle bu dönemde tüketilen hamurlu tatlılar, pideler, börekler ve yüksek kalorili besinlerin tüketiminin artmasına bağlı olarak kilo artışı yaşanabildiğini söyledi, Ramazan'da beslenmeyle ilgili bilgi verdi.ÜÇ ÖĞÜNÜ TAMAMLAMAK GEREKYeterli ve dengeli beslenmenin Ramazan ayında da sağlanabilmesi için gün içerisinde en az üç öğünü tamamlamak adına, sahur öğününün atlanmaması gerekir. Sahurda sadece su içerek niyetlenmenin veya gece yatmadan önce yemek yemenin son derece zararlı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü bu beslenme tarzı, yaklaşık 12 saat olan açlığı, ortalama 18 saate çıkarmaktadır. Bu da açlık kan şekerinin daha erken saatlerde düşmesine ve buna bağlı olarak günün daha verimsiz geçmesine neden olmaktadır. Bu durumun aksine eğer sahur öğünü, ağır yemeklerden oluşursa; gece metabolizma hızı düştüğü için yemeklerin yağa dönüşme hızı yükselir ve kilo alma hızı ile riski artar. Bu nedenle sahura mutlaka kalkılmalı ve bu öğünde ya hafif bir kahvaltı yapılmalı ya da çorba, az yağlı yapılmış sebze ve zeytinyağlı yemeklerden oluşan bir öğün şekli tercih edilmelidir. Bu arada gün içersinde çok sıvı kaybedildiği için sıvı dengesini düzenlemek de son derece önemlidir.
MİDE VE KALP SORUNLARINA DİKKATGünün ilk öğünü olan iftar, bir çorba ile açılmalı ve bir süre ara verildikten sonra yemeğe geçilmelidir. İftara peynir, zeytin gibi basit yiyeceklerle başlanarak, normal yemeğe bir süre sonra geçilmesi daha doğrudur. Başlangıç için beyne doygunluk hissi veren çorba en uygun yiyecektir. Oruç süresince, midenin uzun süre boş kalmasından sonra bir anda çok yiyecek tüketilmesi sonucu mide ve kalp sorunları ortaya çıkabilmektedir. Bunu önlemek için iftarda yavaş yavaş ve az miktarda yemek yenilmelidir. Dengeli olmak kaydı ile iftar ile sahur arasına da mutlaka bir ara öğün eklenmelidir.
Ramazanda oruç tutarken beslenmeye daha çok özen gösterilmeli, yağlı yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Yemeklerin ağır olmamasına, az yağlı ve yağda kızartılmadan yapılmış yiyeceklerin seçilmesine, sık aralıklarla az yemek tüketilmesine dikkat edilmelidir.
Ramazan ayında en sık karşılaşılan sorunlar, mide asidinin yemek borusuna kaçması olarak tanımlanan reflü ile kabızlıktır. Reflüyü önlemek için kahve, kakao, çikolata gibi aşırı kafein alımından kaçınmak; yağlı yiyeceklerden uzak durmak ve yemeği yer yemez yatmamak alınacak pratik önlemlerdir.KABIZLIĞA KARŞI POSALI BESİNLERBunun dışında kabızlık problemi çekenler için posalı besinlerin daha fazla tüketilmesi önerilmektedir. Bunun için de meyve ve sebze tüketiminin artırılması; ekmek olarak tam buğday veya çavdar ekmeğinin kullanılması ve özellikle su tüketiminin artırılması gerekmektedir.
Halk arasında oruç bazen zayıflamak için bir alternatif olarak değerlendirilmektedir. Fakat bu yanlış bir düşüncedir. Gün boyu aç kalmak, metabolizmayı yavaşlatmakta, bu da ramazan ayının özellikle ikinci yarısından itibaren zayıflamayı zorlaştırmaktadır. İşte bu nedenle ramazan ayı boyunca öğün sıklığını artırmak amaçlanmalıdır. Ayrıca gün boyunca vücut susuz kalacağı için bol bol su tüketilmeli, mümkün olduğu kadar ağır yemeklerden, kızartmalardan kaçınılmalıdır. Yemek sonrası yenilecek tatlıların hamur işi olmamasına ve kızartılmadan yapılmasına özen gösterilmeli; sütlü tatlılar tercih edilmelidir. Ramazan ayının simgesi haline gelen güllaç, en uygun tatlı olarak kabul görmekle birlikte, tüketim miktarına da önem verilmelidir.
Diyabet, yüksek tansiyon, Kalp Hastalıkları gibi Sağlık sorunları olan kişiler, doktora danışmadan oruç tutmamalı; oruç tutmak isteyenler de diyetisyen kontrolünde beslenme düzenlerini oluşturmalıdır.
RAMAZAN AYI İÇİN ÖRNEK MENÜ
Sahur1-2 dilim ekmek ya da pide1-2 dilim peynir ya da 1 adet yumurta5-6 adet zeytinDomates, salatalıkMeyve ya da 1-2 çay kaşığı bal veya reçel
Veya1 kâse çorba 1 kâse yoğurt, 1 porsiyon etli sebze ya da et yemeği, 1dilim ekmek, domates, salatalık.
İftar1-2 adet zeytin ya da hurma veya peynir1 kâse çorba 1 porsiyon et yemeği ya da etli sebze yemeği, salata (az yağlı), 2-3 dilim ekmek ya da pilav veya makarna veya 1 dilim börek.
Ara2 adet meyve + 1 su bardağı süt ya da yoğurt
Veya1 kâse meyve kompostosu + gece yatarken süt
Ramazanda beslenme alışkanlığı değişiyor

Oruç tutarken sağlığınzdan olmayın

İSTANBUL - Ramazan ayında Beslenme ile ilgili yapılan en önemli yanlışlardan biri, gün boyunca aç kalınacağı düşünülerek gereğinden fazla yemek ve yüksek kalorili besinler terch etmek.
Kişinin günlük alması gereken enerji, karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineral miktarları Ramazan ayında da değişmediğini söyleyen Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. İpek Ağaca, bu nedenle besin tüketiminin aşırı miktarda olmaması gerektiğini söyledi, önerilerde bulundu. TAHIL, SEBZE VE SALATA TERCİH EDİNGün boyunca aç kalınacağı için fazla miktarda enerji içeren, fazla yağlı, az miktarda posa içeren ağır yemekler yerine; yavaş sindirilen, kana geçiş hızı düşük (düşük glisemik indeksli) olan, yüksek miktarda posa içeren tam tahıl ürünlerini, sebze yemeklerini, salataları tercih etmek gerekir.
Gün içerisinde ortalama 2 lt. su tüketmeye özen gösterin.Posa, kişide uzun süre tokluk hissi sağlar. Bu yüzden ramazan ayında günlük posa ihtiyacının karşılanması açlık hissini dengelemek adına çok önemlidir. Posa alımını artırmak için;Ekmeğinizi tam tahıllı, çavdar, yulaflı veya kepekli tercih edin.Sahurda veya iftarda makarna, pilav gibi besinler tüketecekseniz kepekli olanlarını tüketin Günlük en az 3-5 porsiyon meyve yiyin Sahurda ve iftarda çiğ veya pişmiş sebzelerden mutlaka tüketin.Kabuklu sebze ve meyveleri kabuğunu soymadan (tüketilebilenleri) yiyin Sahurda sofranızda belirli miktarlarda meyve veya sebze bulundurmaya özen gösterin.
ÖĞÜN SAYISINI ARTIRINRamazan ayında öğün saatleri ve öğün sayısı değişmektedir. Normalde gün içerisinde 5-6 öğün yapılırken, ramazan ayında kişiler 2-3 öğün tüketmektedir. Gün içerisinde öğün sayısını 3-5’e yükseltmeye çalışılmalıdır. Bunu göz önünde bulundurarak öğünleri Sağlıklı Beslenme açısından iyi değerlendirmek önemlidir.
MUTLAKA SAHURA KALKINRamazan ayında sahura kalkılmadığında oruç tutan kişide açlık süresi, (En son gece 23’te tüketimin gerçekleştiğini düşünürsek ve iftar saatinin de 6- 7 olduğunu varsayarsak) 20 saatleri bulacaktır. Bu rakam, bireyde çok ciddi Sağlık sorunları doğurabilmektedir. Açlık süresini aşağıya çekmek adına sahura kalkmak, sağlık açısından doğru olur. Sahurda süt, peynir, yumurta, zeytin, domates, salatalık, yeşillik, tam tahıllı ekmekten oluşan sağlıklı bir kahvaltı, oldukça sağlıklı bir seçenek olacaktır. Veya çorba, etli sebze yemeği, yoğurt ve tam tahıllı ekmekten oluşan bir menü de tüketilebilir.
İFTARDA BİR KASE ÇORBA İÇİN, 20 DAKİKA BEKLEYİNİftarda fazla miktarda besini birden bire hızlı bir şekilde tüketmek sağlık açısından oldukça sakıncalı olacaktır. İftarı bir bardak su ve yanında bir zeytin veya hurma ile açtıktan sonra 1 kase çorba içilip tercihen 15-20 dk kadar yemeğe ara verilmelidir. Bu süreç içerisinde kişinin aşırı açlık hissi azalacak, yiyeceklere saldırma isteği ortadan kalkacaktır. 15–20 dk sonrasında normal şekildeki bir akşam yemeği tüketilebilir. Izgara et, köfte, tavuk, balık, kuru baklagil, etli veya etsiz sebze yemekleri, pilav, makarna, erişte, salata, tam tahıllı, çavdar, kepekli ekmek, yoğurt, ayran, cacık gibi besinler yeterli miktarlarda tüketilebilir.
İftar öğününden sonra ortalama 1,5 saat bir ara öğün yapılabilir. Bu öğünde meyve veya sütlü tatlı tercih edilebilir. Baklava gibi ağır hamur tatlıları yerine sütlü tatlılar tüketilmelidir. Ramazan ayının tatlısı olan güllaç oldukça keyifli ve sağlıklı bir seçim olacaktır. Meyve tatlıları, sütlaç gibi tatlılar da alternatifleri olabilir. Ama bunların tüketiminde de miktarlarına dikkat etmek çok önemlidir.
Bu ara öğünden yine ortalama 1 - 1,5 saat sonrasında bir ara öğün daha yapılabilir (Yatmadan 1,5 - 2 saat önce olacak şekilde). Bu son ara öğünde meyve tüketilmesi önemlidir. 1-2 porsiyonu aşmayacak şekilde meyve tüketimi sağlıklı olacaktır.
Uzun süre aç kalma düşüncesi kişilerde çoğu zaman iştahı ve doyma eşiğini artırmaktadır. Bunun sonucunda; oruç tutan kişi normalden çok daha fazla miktarlarda ve daha hızlı yemek yer. Bu noktaya dikkat edilmeli, öğünler yavaş yenmelidir. Sağlıklı bir sindirim sistemi için besinler iyi çiğnenmelidir.
PİŞİRME ŞEKLİNE DİKKAT EDİNİftarda tüketilecek yemeklerde kullanılacak besinlerin cinsine, hazırlanması ve pişirilmesine dikkat edilmelidir. Hamur tatlıları, çok tuzlu, çok şekerli ve çok yağlı hazır besinler, salam, sucuk, sosis, kavurma, sakatatlar (beyin, karaciğer vb...) gibi işlenmiş ve fazla miktarlarda doymuş yağ içeren besinlerden uzak durulmalıdır. Kızartma gibi sağlık açısından zararlı olan pişirme yöntemleri kullanılmamalı; yemekler haşlama, kendi buharında pişirme, fırında pişirme, belki ızgara şeklinde pişirmesine özen gösterilmelidir.
ORUÇ TUTMANIZ SAKINCALI OLABİLİRHamile veya emziren anneler, gelişme çağındaki çocuklar, uzun seyahat yapacak olanlar, hipoglisemi ve şeker hastalığı gibi uzun süre aç kalması istenmeyen hastalar, hipertansiyon ve ağır kalp-böbrek hastaları, mide ve sindirim problemlerini şiddetli yaşayanlar, karaciğer yetmezliği olanlar, psikolojik durumu bozuk olanlar, akli dengesi yerinde olmayan kişilerin oruç tutmaları sağlık açısından olumsuz durumların oluşmasına sebep olabilir.Dikkat edilmelidir. Açlık sonrası hızlı ve fazla yemek yeme sonrasında kalp hastalarında kalp krizleri oluşabilmektedir. Kalp hastalarının ayrıca dikkat etmeleri gerekir.
BOL SU TÜKETİNRamazan ayının bu sene yılın en sıcak aylarına denk gelmesi ile birlikte su tüketimine daha fazla özen gösterilmesi gerekmektedir. Artan sıcaklıklar ile birlikte terleme de yoğunlaşma ve vücut fazlasıyla sıvı kaybetmektedir. Kaybedilen sıvıları yeterli su tüketimini sağlayarak yerine koymak, sağlığımız açısından oldukça önemlidir. Ramazan ayında gün içinde su tüketilmediğinden, yeterli miktarda su tüketimini ihmal edilebilmektedir. Yeterli su tüketimini sağlamak için sahurda, iftarda, iftar sonrasında yeterli miktarda su içilmelidir. Kişinin su ihtiyacı kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. Sağlıklı bir yetişkinlerde ortalama su ihtiyacı 2 lt diyebiliriz. Sıvı alımı diğer içecekler (Çorbalar, taze sıkılmış meyve suları, ayran, şekersiz kompostolar, şekersiz limonata gibi) ve sıvı/su oranı yüksek besinlerin tüketimi ile birlikte desteklenmelidir.
ÖRNEK RAMAZAN MÖNÜSÜSahur:Beyaz peynir, 1 yumurta, bol domates-salatalık-maydanoz-biber söğüş, 1 bardak süt veya 1 kase yoğurt, 5 zeytin, tam buğday/çavdar ekmeği, 1 porsiyon kuru veya taze meyve
İftar:1-2 adet hurma veya 3-4 zeytin, 1 kase çorba, salata, Ortalama 20 dakika ara verilmeliİftar devamıHaşlanmış/ızgara tavuk /hindi /köfte/ et/ balık, zeytinyağlı sebze yemeği, pilav/makarna/bulgur, 1 kase yoğurt/cacık/1 bardak ayran, salata, tambuğday/çavdar ekmeği veya pide.
(Not: Pide miktarına dikkat! 1 avuçiçi kadar ramazan pidesi 1 dilim ekmeğe karşılık gelir)
1,5 saat sonra1 porsiyon sütlü tatlı
1,5 saat sonra1-2 porsiyon meyve
Oruç tutarken sağlığınzdan olmayın

Akraba evliliği çocuğun bağışıklığını çökertiyor

KONYA - Selçuk Üniversitesi (SÜ) Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Reisli, tıp literatüründe ''bağışıklık sisteminde ağır eksiklik'' anlamına gelen ''ağır kombine immün yetmezliği'' hastalığının daha çok erkek çocuklarda görülmesine rağmen, Konya'da akraba evliliklerinden dolayı kızlarda daha fazla görüldüğünü söyledi.SÜ Meram Tıp Fakültesi Hastanesi çocuk sağlığı ve Hastalıkları İmmünoloji ve Allerji Ana Bilimdalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Reisli, vücudun mikroba karşı direncinin azalması ile ilgili immün yetmezliğinin iki grupta incelenebileceğini belirtti.Birinci grupta yer alan doğumsal (primer) immün yetmezliklerinin, direnç sistemindeki hücrelerin gelişim ve olgunlaşma anormalliklerine bağlı olan Kalıtsal Hastalıklar olduğunu belirten Reisli, ''İkinci grupta yer alan kazanılmış immün yetmezliklerinin ise Beslenme bozukluğu, kanserler, kortizon kullanımı veya enfeksiyonlar (AIDS gibi) sonucunda ortaya çıkar'' dedi. İmmün yetmezliklerinin toplumlarda nadir görülen hastalıklar olarak değerlendirildiğini ifade eden Doç. Reisli, şöyle konuştu:''Gelişmiş ülkelerde bu hastalıkların görülme sıklığı 2 bin ile 10 bin Canlı doğumda bir olarak bildirilmektedir. Bu hastalıkların en şiddetlisi olan ''bağışıklık sisteminde ağır eksiklik'' anlamına gelen ''ağır kombine immün yetersizlikleri'' ise 50 bin ile 100 bin canlı doğumda bir görülmektedir. Ülkemizde bu hastalık grubunun sıklığı tam olarak bilinmemekle beraber akraba evliliği bağışıklık yetmezliği açısından önemli bir risk faktörü oluşturuyor. Tıp literatüründe ağır kombine immün yetmezliği hastalığı daha çok erkek çocuklarda görülmektedir. Konya'da ise kız hastaların oranı daha yüksektir, bu durum toplumumuzda akraba evliliği oranının yüksek olması ile açıklanabilir.''Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'nin çocuk sağlığı ve hastalıkları genel polikliniklerine başvuran yıllık hasta sayısının ortalama 20 bin olduğunu dile getiren Doç. Dr. İsmail Reisli, beş yıllık dönemde primer immün yetmezlik tanısı konulan hasta sayısının bin 54 olduğunu söyledi. Reisli, ''Buna göre çocuk sağlığı ve hastalıkları genel polikliniklerine başvuran hastaların yaklaşık yüzde 1'ini ve çocuk Alerji ve immünoloji polikliniğinde takipli 4 bin 100 hastanın yüzde 25,7'sini primer immün yetmezlikler oluşturuyor'' diye konuştu.AKRABA EVLİLİĞİ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNDE ÇOK ETKİLİ Konya ve ilçelerinde yılda ortalama 40 bin canlı doğumun gerçekleştiğini anlatan Reisli, hastanelerine Konya ve ilçelerinden başvuran hastalardan, yılda ortalama dördüne ''ağır kombine immün yetmezlik'' tanısı konulduğunu ifade etti.Reisli, Konya'da akraba evliliği oranının yüzde 15 seviyelerinde olduğunu belirterek, hastanelerine gelen bağışıklık sisteminde ağır eksiklik olan hastaların ise yüzde 84'ünün anne ve babasının akraba olduğunun ortaya çıktığını sözlerine ekledi.
Akraba evliliği çocuğun bağışıklığını çökertiyor

Çocuklar neden kabız oluyor?

İSTANBUL - Kabızlığın her yaşta görülen bir sindirim sorunu olduğunu belirten Acıbadem Bakırköy Hastanesi'nden çocuk sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sevil Elçin Kızılok, bazı bebeklerin anne sütü almalarına rağmen bağırsak yapısındaki sorunlar nedeniyle kabızlık sorunu yaşayabildiğine dikkat çekiyor.
İnek sütünün bebeklerde kabızlığa yol açması nedeniyle bir yaşına kadar inek sütünü önermediklerini belirten Dr. Sevil Elçin Kızılok, bebeklerde ve çocuklarda sık görülen kabızlığın nedenlerini şöyle sıralıyor:
"Barsak genişliği gibi doğuştan gelen hastalıklar kabızlığa yol açabiliyor. Bu tip sorunlar olduğunda çocukları, çocuk cerrahisi ve çocuk gastroenterolojisi uzmanları takip ediyor. Ailesel barsak yavaşlığı da önemli faktörlerden biri. Çocuğun süt içmesi sağlıklı gelişmesi açısından önemli. Ancak günde 500 ml yani yarım litreden sonrası zararlı hale geliyor. Bu miktardan fazla süt tüketen çocuklarda demir eksikliğinin yanı sıra kabızlık da görülüyor. Çocukları kabızlıktan koruyan besinler var. Sebze ve meyvelerdeki lifler, posa oluşmasına neden oluyor. Bu nedenle ailelerin çocuklarını beslerken, sebze ve meyve ağırlıklı beslemeleri gerekiyor. Eğer çocuk bu besinleri sevmiyorsa, seveceği bir hale sokmakta örneğin meyveli yoğurt gibi farklı gıdalarla karıştırarak cazip hale getirmesinde yarar var. Çocuğun sürekli katı Gıda almasına izin vermemek gerekiyor. Katı gıda kabızlığa yol açabiliyor. Çocuğun yeterince sıvı tüketmesi de önemli. Anne sütü, çocuğun her türlü ihtiyacını karşılıyor. Ancak bazen bağırsak yapısındaki sorunlar anne sütünün bile kabızlık yapmasına neden olabiliyor. Çocuklarda görülen başka bir etken, okulda tuvalete gitmeme. Birçok çocuk teneffüs aralığının kısa olması, tuvaletlerin kalabalık olması gibi çeşitli nedenlerle tuvalete gitmiyor. Büyük tuvaletini tutuyor. Psikolojik nedenlerle tuvaletini yapmak istemeyen çocuklar var. Bu çocukları, eğer çocukta herhangi bir sindirim sorunu ya da anatomik bir sorun yoksa, psikologa yönlendirmek gerekebiliyor."
İLAÇLAR NASIL KULLANILMALI?Kabızlık tedavisinde bazı ilaçlar kullanılıyor. Ancak ilaçların kullanımı sırasında sorun yaşanabiliyor. Ailelerin ilaçları alışkanlık yapacağı korkusuyla gerektiği kadar kullanmadığını söyleyen Dr. Kızılok, "Oysa bu ilaçlar sertleşen dışkının yumuşamasını sağlıyor. Bazı anneler, bebeklerinin kabızlık tedavisinde, ilaç yerine fitil kullanmayı tercih edebiliyorlar. Çünkü fitil, anneler açısından çok daha rahat. Oysa anneler, uzmanların verdiği ilaçları, zamanında ve gerektiği şekilde kullanırsa, tedavideki başarı oranını artırıyor" diye konuşuyor.
DOĞRU BESLENMEK KABIZLIKTAN KORUYORKabızlık sorununa posalı yiyecekler tüketmemenin yol açtığına değinen Dr. Sevil Elçin Kızılok, Beslenme konusunda şu bilgileri veriyor:
“Yeterince sebze ve meyve yememek, bağırsaklarda posa oluşmasına engel oluyor. Bu durumun sonuçlarından biri de, kabızlık. Bu sorunun oluşmaması için beslenmeye dikkat etmek gerekiyor. Ayrıca aç karnına su içtikten sonra, kuru kayısı ve kuru incir tüketmenin barsak hareketini artırdığının bilinmesi gerekiyor. Çocuk, kuru kayısı ve ya kuru incir yemezse, yoğurda karıştırarak ya da meyve püreleriyle beraber vermek etkili olabiliyor. Dikkat edilmesi gereken başka bir önemli nokta, ara öğünlerin atlanmaması. Ara öğünler de bağırsak hareketlerinin artmasına yol açıyor. Beslenmesinde şekerlemeler, çikolatalar, hamburger ve diğer fast-food gıdalarda aşırıya kaçılmaması bir başka önemli nokta. "ÇOCUK İSTİYOR" DEMEYİNBazı anneler çalıştığı için çocuğa büyükanneler bakıyor, onlar da çocuğa kıyamadıkları için katı ya da şekerli gıdalar verebiliyorlar. Oysa ‘Çocuk istiyor’ diyerek sağlığını olumsuz etkileyen besinler vermek, doğru değil. Asıl önemli olan çocuğu doğru ve sağlıklı beslenmektir. Bunun temelleri de çocukluk döneminde atılıyor. Bu nedenle, çocuğa Sağlıklı Beslenme alışkanlığı kazındırma konusunda ailelerin daha hassas davranması gerekiyor. Ancak bu alışkanlığı emek ve sabır istediği de akıldan çıkmamalı.”
Çocuklar neden kabız oluyor?

İdeal kilonuzla hamile kalın

İSTANBUL - Kadınlar, “Hamile kaldığımda çok kilo alacak mıyım, daha sonra bu kiloları verebilecek miyim?” sorusuna odaklanır, ancak hamile kaldıklarında ideal kilolarında olup olmadıklarını pek önemsemezler. Oysa ki anne adayının ideal kilosunda olması, anne adayının da doğacak bebeğin de sağlığı açısından en önemli unsurlardan biri.Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Asena Ayar hamileliğe kilolu ya da normal kilosunun altında başlayan anne adayları ve Hamilelik döneminde normalin üzerinde kilo alan anneleri bekleyen tehlikeleri anlattı.
Fazla kilo ile yumurtlama problemleri, kıllanma ve insülin resistansı arasında yakın bir ilişki olduğunu belirten Dr. Ayar, bunların çocuk sahibi olmayı olumsuz etkilediğini söyledi."Öyle ki, kadında adet düzensizliği ya da yumurtlama problemleri var ise, sadece kilo vererek ve Egzersiz yaparak, adetler düzenlenebilir, kiloya bağlı kan metabolizması değişiklikleri geriye döndürülebilir" diyen Ayar, hamilelik öncesi fazla kilonun neden olabileceği sorunları şöyle sıraladı:
"Fazla kilolu olarak hamile kalırsanız;Hamileliğiniz sırasında kronik hipertansiyona yakalanma oranınız yükselir.Preeklampsiye (hamilelik zehirlenmesi) yakalanabilirsiniz.Hamilelik şekeri riskiniz artabilir.Kilolu bebek doğurabilirsiniz. Ölü doğum gerçekleştirebilirsiniz.Yüksek olasılıkla sezaryenle doğum yapmanız gerekir. Doğum sonrası kanamalarınız, alt karın, idrar yolu, yara yeri enfeksiyonlarınızın olma olasılığı fazladır. Bebeğinizde beyin-omur-omurilik bozuklukları, karın duvarı, kalp anormallikleri ve birçok başka anormalliklerin görülme olasılıkları artabilir.
Bu sebeple hamilelik öncesinde anne adaylarının yağdan fakir, liftten zengin Diyet uygulayarak ve egzersiz yaparak kilo vermesi önerilir. Bu diyeti yaparken anne adayının doktorundan ya da bir beslenme-diyet uzmanından bilgi alması çok önemli. Çünkü bilinçsizce yapılan diyetler gebe kalma şansınızı azaltabilir."
ÇOK ZAYIF ANNE ADAYLARI DA DİKKATLİ OLMALIHamilelik döneminde kilo artışına dikkat edilmesi gerektiği gibi, hamilelikten önce de anne adayının ideal kilosunda olması da çok önemli. Dr. Ayar, sadece fazla kilolu anne adaylarının değil, normalin altında kiloda olan anne adaylarının da dikkatli olması gerektiğini söyledi ve önerilerde bulundu.“Aşırı zayıflık da hamilelik şansını tehlikeye atıyor, bunu unutmayın. Ayrıca zayıf kadınlarda, yetersiz beslenmeye bağlı olarak vitamin ve mineral eksiklikleri sıklıkla görülür. Bu sebeple, hamile kalmaya karar vermeden 3 ay ile 1 yıl önce uygun bir Beslenme programı ile ideal kilonuza ulaşın. Anne adaylarına önerimiz vücut kitle indeksleri 18,5–24,9 kg/m2 arası, yani normal kilolu olarak hamileliğe başlamalarıdır.
HAMİLELİKTE İKİ KİŞİLİK YEMEYİNHamilelik öncesinde anne adayının ideal kilosunda olması kadar hamilelik sırasında da kontrollü yemek yemesi ve beslenmesine dikkat etmesi de çok önemlidir. Hamilelik sırasında çok ve tek taraflı beslenmekten uzak durup temel besin gruplarından gün içerisinde yeterli ve dengeli almak gerekiyor. Üstelik sanılanın aksine ‘iki kişilik’ yemek de gerekmiyor. Hamilelik sürecinde fazla kilo almayı engellemek için yapılması gereken ilk şey; hangi besinlerden ne kadar tüketeceğinizi öğrenmek.
Hamilelik döneminde önerilen; tüm temel besin maddelerinden yeterli ve düzenli olarak alarak ideal beslenme şeklini oluşturmaktır. Proteinler, yağlar, karbonhidratlar, vitaminler ve mineraller olarak tanımlanan temel gıdalardan dengeli bir şekilde almak hamilelik sürecinden önemlidir. Besin değeri düşük gıdaları fazlaca tüketmek, gereksiz kilo almaktan başka bir işe yaramaz. Uygun beslenme planı için doktorunuzun ya da bu konuda uzman bir diyetisyenin önerilerinden yararlanmanızda fayda var.
Hamilelik döneminde kişiden kişiye değişse de normal kilo alımı oranı 10–12 kilo arasında değişir. Ancak bu, anne adayının hamilelik öncesi kilosu, boyu, yaşı, daha önce sahip olunan bebek sayısı, iştahı, metabolik bir hastalığının (diyabet vs.) olup olmadığı, sosyo-ekonomik-kültürel özellikleri ve günlük fiziksel aktivitesine göre değişebilir.
İdeal kilonuzla hamile kalın

Gebelik diyabetinde beslenme nasıl olmalı?

İSTANBUL - Gebelik diyabetinde, günlük enerji dağılımını anne adayının özelliklerine göre belirlemek, karbonhidratı tamamen kesmek yerine tam tahıl taneleri, kepekli pirinç, kepekli makarna, bulgur ve yulaf gibi doğru adreslerden almak gerekiyor. Kan şekerinin ani düşüşlerini önlemek için de posadan zengin gıdalar tercih edilmeli ve ara öğünler kesinlikle atlanmamalı.Tanının, hamileliğin 24 veya 28. haftalarında yapılan şeker yükleme testleri ile konduğunu belirten Medical Park Bahçelievler Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Emel Unutmaz, bu dönemde uygulanacak beslenme programı ile ilgili şu bilgileri veriyor:
Kişiye özel, anne ve bebeğin sağlığını koruyacak, geliştirecek, hem anne hem de bebeği tüm besin ihtiyaçlarını karşılayacak bir beslenme programı oluşturmak gerekiyor. Amaç anne ve bebeğin iyi beslenmesi, bunun sonucunda istenilen kan değerlerine ulaşılması, istenilen ölçüde kilo artışı sağlanılmasıdır. Anne karnındaki bebeğin sağlığı annenin yeterli ve dengeli beslenmesi ile mümkündür. Ancak fazla kilo alma riskine karşı kontrol de çok önemlidir. Gebelikte anne metabolizmasında bazı değişiklikler olur. Beslenme, bu dönemde ayrıca önem içerir. Bu dönem genellikle ‘eksiksiz beslenme’ ile eşdeğer tutulur. Eksik beslenmenin zararları ön planda tutulur; kişi ihtiyacının üzerinde beslenmeye teşvik edilir. Aslında eksik beslenme kadar fazla beslenme de gebelikte ciddi sıkıntılar oluşturabilir.
KİŞİYE ÖZEL ENERJİ PLANIGünlük alınması gereken enerjinin dağılımı önemli. Toplam enerjinin yüzde 15’i proteinlerden, yüzde 30’u yağlardan ve yüzde 55’i de kompleks karbonhidratlardan karşılanmalı. Gebelikte kişinin alması gereken enerji yaşına, boyuna, gebeliğin başından itibaren aldığı kiloya ve fiziksel aktivite düzeyi gibi parametrelere göre hesaplanır. İhtiyacı olan enerjiyi hangi besinlerden alacağı diyetisyen ve anne adayı ile birlikte düzenlenmelidir. Gebelik döneminde beslenme önemli olduğu kadar hassastır da. Bazı besinlere karşı iştahsızlık veya tam tersi fazla aşerme gibi konular olabilir. Bu gibi durumları diyetisyeni ile paylaşan anne adayına özel Program hazırlanmalı.
KİLODA İPİN UCUNU KAÇIRMAYINGebelik diyabetinde kilo artışı fazla olabileceği için bu riski düşünerek daha gebeliğin başından yani Diyabet tanısı almadan önce kontrollü gitmek ve fazla kilo almamak gerekir. Gebelik şekerinde de normal diyabetteki gibi en önemli besin öğesi karbonhidratlı (şekerli) besinler. Ancak bu noktada şöyle bir yanlış anlaşılma da olmamalı; karbonhidratlı besinler kan şekerini yükseltir diye, gebelik diyabetinde diyetten çıkartılmaz. Yapılan çalışmalar da göstermiş ki gebelikte yeterli protein ve yağ alınsa dahi eksik karbonhidrat bebeğin beyin gelişimi üzerinde olumsuz etkiler oluşturur. Karbonhidratlarda önemli nokta ne kadar karbonhidrat gerektiğinin iyi hesaplanması ve kişinin ihtiyaç duyduğu karbonhidratı günün hangi saatlerinde, ne kadar ve hangi besinlerle karşılayabileceğini öğrenmesidir. Kan şekerini hızlı yükselten basit şekerler yerine lif miktarı yüksek, kan şekerini daha yavaş yükselten, sağlığı geliştirmede daha etkin kompleks karbonhidratları seçmek faydalı olacaktır.

KAN ŞEKERİNİN DÜŞMESİ TEHLİKELİ OLABİLİRKompleks karbonhidratlar tam tahıl taneleri, kepekli pirinç, makarna, bulgur, tam buğday ekmekleri, çavdar, yulaf gibi besinler, basit şekerler ise çay şekeri, reçel, bal ve marmelat gibi gıdalardır. Diyet programında karbonhidrat kaynaklarını öncelikli olarak ekmek ve ekmek yerine geçenler ile meyve grubu besinler oluşturur. Bu besinler diyette kati suretle olmalı, ancak yenilecek miktar ve zamanlama çok iyi belirlenmelidir. Diyabette sıkıntı her zaman kan şekerinin yükselmesi olmaz. Kan şekerinin düşmesi de yaşanır ve çok tehlikelidir. Bu nedenle doktorun ve beslenme uzmanının istediği periyotlarda kan şekeri kontrolü yapmak veya yaptırmak, besin tüketim kaydı tutmak ve bu kayıtlar eşliğinde beslenme programını yenilemek gerekir. Annenin aldığı kilo, kan şekeri değerleri, yiyebildiği ve yiyemediği besinler göz önüne alınarak diyetisyen kontrolünde beslenme programı yenilenmelidir.
ARA ÖĞÜNLERİ ATLAMAYINDiyabette olduğu gibi gebelik diyabetinde de kan şekerinin düşmesi oldukça sıkıntılı bir durumdur. Bunu önlemenin en güzel yolu sık aralıklarla beslenmektir. Kan şekerlerinin istenilen düzeylerde tutulabilmesi için öğün sayı ve miktarları önemlidir. Ara öğünler, öğünden 2.5–3 saat sonra kompleks karbonhidrat içerikli olmalıdır.
KAN ŞEKERİNİ POSAYLA DÜZENLEYİNKan şekerini düzenlemede yardımcı besinlerin başında posa gelir. Posa, birlikte yenilen karbonhidratın kan şekerine olan etkisini azaltır, şekerin yükselme hızını yavaşlatır. Bu nedenle de tüm öğünlerimizde kalori değeri çok az olan ama vitamin, mineral ve posadan zengin olan sebze gibi besinler tüketilmeli. Ayrıca tam buğday ekmeği, çavdar, bulgur ve meyve gibi posadan zengin diğer karbonhidrat kaynakları da tercih edilmeli.
Gebelik diyabetinde beslenme nasıl olmalı?

Bazı virüs ve bakteriler kansere yol açıyor

İSTANBUL - Ancak uzmanlar her bakteri ve virüsün kanser nedeni olmayabileceği gibi, hastalıkların seyrinin kişiden kişiye değişebileceğine dikkat çekiyor. Anadolu Sağlık Merkezi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Elif Hakko, insan vücudunda uzun yıllar kalabilen ve hücrelerde değişikliklere neden olabilen virüslerin kansere yol açabildiğini ancak virüslerin mutlaka kanser yapacağı anlamına gelmediğini söyledi.
Dr. Hakko, kansere neden olduğu bilinen başlıca mikroorganizmaların Ebstein Barr Virus (EBV), Human Papilloma Virüs (HPV), Hepatit virüsleri ve mide ülserine neden olan Helicobacter pylori bakterisi olduğunu belirterek şu bilgileri verdi:
“EBV aslında özellikle ergenlik çağındaki çocuklarda ‘öpücük hastalığı’ adıyla bilinen ateşli hastalığa neden olur. Genellikle iyi seyirli olan bu hastalık, tedavisiz, kendiliğinden iyileşir. Toplumun yüzde 80-90’ı bu virüsle hayatının bir döneminde karşılaşır. Bununla beraber EBV bazı lenfoma tiplerinin ve nazofarenks (yutak) kanserinin nedenleri arasında saptanmıştır. Human Papilloma Virus (HPV) ise daha çok genital siğillere neden olmaktadır. Bu virüs de EBV gibi toplumda oldukça sık görülür. Cinsel aktif her iki kadından biri hayatı boyunca mutlaka HPV ile karşılaşır. Çoğu zaman belirtisiz seyreden bu hastalık bazen genital bölgede deride ve mukozada siğillere neden olur ama bundan daha önemlisi özellikle kansere neden olduğu bilinen HPV tip 16 ve 18 ile oluşan enfeksiyonlarda herhangi bir enfeksiyon belirtisi olmayıp, yıllar sonra rahim ağzı kanseri olarak ortaya çıkabilir. Aynı şekilde anüs ve penis kanserlerinde de bu virüs saptanabilir. Ayrıca HPV’nin bazı tipleri larenks (soluk borusu) kanserlerine neden olmaktadır.
Hepatit virüsleri özellikle hepatit B virüsü (HBV) ve hepatit C virüsü (HCV) adından da anlaşılabileceği gibi hepatit etkenleridir. Karaciğerde enfeksiyona neden olarak sarılık yapabilirler. Akut veya kronik hepatite neden olabilirler. Akut enfeksiyon yani ani başlayan ve sarılağa neden olan hepatitler daha büyük oranda iyileşir. Oysa belirtisiz seyreden enfeksiyonlar genellikle kronikleşir ve yıllarca sessiz bir biçimde kalır. Kimi hastada öncelikle siroz yani karaciğer yetersizliği oluşur kimisinde ise doğrudan karaciğer kanseri gelişebilir.
Helicobacter pylori bakterisi mide ve on iki parmak ülserine neden olabiliyor. Genellikle iyi bir tedavi uyumuyla iyileşen bu hastalık bazı kişilerde kronik bir hal alıyor. Uzun yıllar Helicobacter enfeksiyonu ile yaşayan kişilerde mide kanseri daha sık olarak görülüyor. Bu nedenle Helicobacter saptanan hastalarda bunun tedavisinin yapılması oldukça yararlı.”
YAN FAKTÖRLER HASTALIK SEYRİNDE ETKİLİ OLUYORVirüs veya bakterilerin yol açtığı rahatsızlıkların seyri her insanda farklı olabiliyor. Koşullara bağlı olarak virüs veya bakteriler kimi insanda basit bir enfeksiyona yol açarken, diğerinde kansere oluşabiliyor. Dr. Elif Hakko bu nedenle Sağlıklı Yaşam, doğru Beslenme, Stres ve sigaradan uzak durma gibi koşulları hayatımızın bir parçası haline getirmenin önemine dikkat çekti, şu uyarılarda bulundu:
Bazı virüs ve bakteriler kansere yol açıyor

Alerjik rinite “rhinoliht” ile çözüm

İSTANBUL - Mevsim geçişlerinde ağaca, çiçeğe ya da rutin olarak ev tozu akarlarına karşı gelişen alerjik rinitte, “rhinoliht” yöntemi ile başarılı sonuçlar alınabildiğini belirten Memorial Ataşehir Tıp Merkezi’nden KBB uzmanı Op. Dr. Oray Karaçaylı, Genetik yatkınlığa dikkat çekti. "Alerjik rinitte alerjen solunum ya da Gıda yoluyla alınır, tanınır, şifrelenir ve bir daha karşılaşılması durumunda organizma bunu kendisi için tehlikeli olarak kodladığı için hapşırıkla, akıntıyla burnu tıkayarak ve kaşıntıyı artırarak uzaklaştırmaya çalışır. Ailede genetik yatkınlık, sosyoekonomik düzeyin yüksekliği, siyah ırktan olmak, Çevre Kirliliği, evde hayvan beslenmesi, ailenin ilk çocuğu olma, evde Sigara içilmesi, mamayla Beslenme gibi iç ve dış etkenler alerjik rinit riskini artırmaktadır."
YIL BOYU DA OLABİLİR, MEVSİMSEL DE "Alerjik riniti klasik olarak ikiye ayırmak mümkündür. Eğer hastalık mevsimden mevsime ve bulunulan yere göre değişmiyorsa bu muhtemelen perennial (yılboyu süren) alerjidir. Mite (ev tozu akarları), küf, sürekli temas edilen maddeler veya gıdaları karşı olabilir. Eğer şikayetler mevsimsel bir ritim gösteriyorsa bu duruma “mevsimsel alerjik rinit” denir. İlkbaharda çimenler ve sonbaharda yabani otlar etkili olur" diye konuşan Dr. Karaçaylı, hastalık hakkında şunları söyledi:
"En önemli tanı koyma aracı hastanın öyküsünün alınmadır. Muayene ve laboratuvar testleri tanıyı doğrulamaya ve tedaviyi planlamada bir sonraki aşamadır. Mevsimsel alerjik rinitte nöbetler halinde hapşırık, bol sulu burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve ağız- damak ya da genizde farklı düzeylerde kaşıntı olur. Bu şikayetler nazal mukozanın, alerjeni uzaklaştırma, organizmayı koruma isteğinden başka bir şey değildir. Yıl boyu süren alerjide burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı ön plandadır.
ALERJENLERDEN UZAK DURMAK ÖNEMLİBütün ifade edilecek tedavi yaklaşımlarına rağmen Alerji her zaman kesin olarak iyileşebilen bir hastalık olmayabilir. Ama bu gerçek hastada umutsuzluğa yol açmamalı sadece tedavi aşamasında sabır ve sürekli hasta Doktor ilişkisi gerektirdiğini bilmek gerekir. Tedavinin ilk basamağı çevresel kontrol olup, alerjenden uzaklaşma ve ya alerjeni uzaklaştırmadır. Medikal (ilaç) tedavisi semptomları baskılar, kalıcı iyileşme sağlamaz, ilaçlar alındığı sürece etkilidir.
Aşı tedavisi: Hastalığın tedavisinde hala altın standarttır. Hastaların yarısında iyileşme sağlanabilir.
Cerrahi tedavi: Alerjiye eşlik eden burun problemleri; kronik sinüzit, burun kıkırdağı eğrilikleri, burun eti büyümeleri, burunda polip varlığı, burun çatısı problemleri gibi sorunlar öncelikle iyi bir kulak burun boğaz muayenesi ve gerekiyorsa cerrahi tedavileri yapılmalıdır."
RHINOLIGHT UMUT OLDUAlerjik rinit tedavisinde en son ve yeni yöntemin rhinolight olduğunu belirten Dr. Karaçaylı, yöntem hakkında ise şu bilgileri verdi: "Medikal fototerapi yani ışık tedavisidir. Özel kompozisyonlu (yüzde 70 görünür ışık, yüzde 25 UVA ve yüzde 5 UVB) ışın tedavisidir. Rhinolight ağrısızdır, anestezi gerektirmez, anaflaksi (en ağır alerjik reaksiyon türü) riski yoktur, güvenlidir. Hastanın durumuna göre haftada 3 seans uygulanır. Hastanın mevsimsel veya yıl boyu süren alerji tanısına göre tedavi planlanır. Burun içi örtüsünün bu özel kompozisyonlu ışığa maruz bırakılması alerjinin oluşturduğu bağışıklık cevap seviyesini düşürerek etki gösterir.
1-2 SEANSTA ETKİSİNİ GÖSTERİRRhinolight tedavisi uygulanan hasta 1-2 seans sonra, Yaşam kalitesinde iyileşme başlar. Bu tedavi yöntemi hem mevsimsel hem de yıl boyu süren alerjide semptomlardan bağımsız kullanabilmektedir. Tedavi semptomları baskılar, burun tıkanıklığı, bol sulu burun akıntısı, damakta ve genizde kaşıntı, hapşırık nöbetlerini baskılayarak yaşam kalitesine ciddi katkı sağlar. Mevsimsel alerjik rinitte tedavi iki hafta sürer. Günaşırı her burun deliğine 2-3 dakika bu özel ışığın uygulanması ile gerçekleştirilir. Toplam altı seansta tedavi tamamlanır. Yıl boyu süren alerjide ise ilk hafta 3 seans ve sonra haftada bir seans olmak üzere sekiz seans şeklinde yapılır.
İLAÇ KULLANMAYANLAR İÇİN DE İYİ BİR SEÇENEKİlaç tedavisi uygulanamayan hamileler, emziren anneler, profesyonel sporcular, böbrek ve karaciğer yetmezliği olan hastalarda başarıyla gerçekleştirilebilir. İlaç alerjisi olanlar ve diğer tedaviler ile antialerjik tedavilerden fayda göremeyen hastalara uygulanır.
KİMLERE UYGULANMAZ?Yeterli klinik çalışma olmadığı için 14 yaşından küçüklere, burun içi problemlerden dolayı uygun olmayan hastalara, aktif enfeksiyon geçirme döneminde yani viral veya bakteriyel enfeksiyon veya nazofarenkste tümör varlığında yapılmaz.
Alerjik rinite “rhinoliht” ile çözüm

Cips yerine kestane yiyin

Havaların soğuması, hareketin azalması ve evde geçirilen zamanın fazlalaşmasıyla birlikte artan abur cubur tüketimi, kış aylarında kilo almamıza yol açıyor. Uzun kış gecelerinin abur cubur tüketimini artırdığını söyleyen Medikal Park Fatih Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Sevil Nas Can, "Doğru abur cuburları seçerseniz, hem sağlığınızı hem kilonuzu koruyabilirsiniz" dedi. Can, "Cips ve pastane ürünleri yerine yağsız patlamış Mısır veya kestane, gazlı içecekler yerine sahlep veya boza, çikolata yerine de dondurma yiyin" diye konuştu.


Cips yerine kestane yiyin

Grip aşısı migreni artırmaz

Migreni ve sinüziti olanlar, grip aşısı olduğunda aşı hastalığı tetikliyormuş. Bu bilgi doğru mu? K.M./Yozgat

Hayır, bu tamamen yanlış bir bilgidir. Sinüzit, farenjit ve üst solunum yolu enfeksiyonlarında Migren krizleri ağırlaşabilir. Grip aşısının migren ya da sinüzit şikâyetlerini artırıcı bir yan etkisi söz konusu değildir.



Geçici felç olabilir

Ancak Alerji nedeniyle nadir de olsa anaflaktik şok görülebilir. 10 binde bir de olsa menenjit ve ensefalit gibi beyin ve beyin zarı iltihabı reaksiyonlarına yol açabilir. Omurilikte aynı şekilde iltihabi reaksiyonlara neden olabilir. Bunlara bağlı geçici ya da kalıcı felçler görülebilir. Ayrıca döküntü, kaşıntı, durup dururken kişinin grip olması ve ateşlenme gibi durumlar da görülebilir. Bazen de aşı yerinde ağrıya, kızarmaya, şişmeye ve iltihaplanmaya yol açabilir.



Önce test yapmak lazım!

Antibiyotikleri mutlaka beş gün mü kullanmalıyız? Daha kısa sürede bıraksak etkili olmaz mı? Y.Ş./İstanbul

Antibiyotik kullanımında yanlış uygulamalar yapılmaktadır. Bu yanlış uygulamalardan kaçınmak için kişi, ilaca başlamadan önce mutlaka antibiyogram testi yaptırmalıdır. Test boğaz veya burun salgısından ya da sinüsten ve akciğerden gelen balgamdan örnek alınarak yapılır. İdrar ve kandan da anlaşılır.



Kaşıntı yapabilir!

Antibiyogramın sonucunu almak için en az üç gün hatta bazen bir hafta beklemek gerekiyor. Enfeksiyonu olan, yüksek ateşli bir hastanın bu kadar uzun süre bekletilmesi sakıncalı olduğu için genelde hekimler test yapmadan ilaca başlıyorlar. Genelde de beş günlük antibiyotik veriyorlar. İlacın beş günlük verilmesindeki amaç ise testin sonucunu beklemek ve beklerken de mikroplardan korunmak... Ancak beş günlük antibiyotik tedavisi hastalarda, mideve bağırsak bozukluklarına neden olabiliyor. Bulantı, kusma ve hatta bazen kabızlığa da yol açabiliyor. Antibiyotik kullanımına bağlı olarak karaciğer ve böbrek harabiyetleri, ciltte döküntü, kaşıntı ve burun kanamalarına neden olabiliyor. Beş günün sonunda çıkan antibiyogram sonucuna göre hasta tedaviye devam ediyor ya da etmiyor. Kimi zaman antibiyogramda hasta için dirençli görülen antibiyotik iyileşme de sağlayabiliyor. Bu da laboratuvar ortamında vücudun verdiği reaksiyonların farklı olabildiğini gösteriyor.



Öğün atlamak zararlı!

Gastritim var. Zayıflamak için öğün atlıyorum. Bu doğru bir davranış mı? Ne yapmalıyım? A.L./Gaziantep

Tabii ki Diyet ve kalori kısıtlamasına gidilmelidir. Ancak yanlış uygulamalar, düzensiz ve tek yönlü Beslenme ve öğün atlamaları çok sık görüyoruz. Bunlar, vücutta metabolizmanın dengesizleşmesine yol açmaktadır.



Asit salgısı artıyor

Gastriti veya ülseri olan kişilerde açlık, asit salgısının çoğalmasına yol açarak ileride mide zarında tahrişlerin artmasına neden olabilir. Gastriti, reflüsü ve ülseri olan kişilerin, zayıflamak amacıyla diyet uygularken öğün atlamamaları gerekir. Mide şikayetlerinin artmasının yanı sıra açlık hissini daha da artıracak ve bu kez akşam yemeğinde de iki misli fazla yemek yenecektir. Bu da yapılan enerji kısıtlamasının boşa gitmesine yol açacaktır. Bu sebeple kalorisi hesaplanmış az miktarda Gıda ve daha sık (dört öğün) beslenme önerilmektedir.
Grip aşısı migreni artırmaz

İlaç içerken brokoli ve lahana böbrekleri korur

* Ben 70 yaşındayım. Şeker ve yüksek tansiyon sorunum var. Günde 10 tane ilaç içiyorum. Bu ilaçların böbreklerime zarar vermemesi için neler yapmalıyım? A.K./İzmir

İlerleyen yaşlarda sıklaşan hastalıklar için alınan ilaçların sayısında bir patlama yaşanır. Bu duruma 'polifarmasi' de denir. Ancak 60 yaş ve üzeri kişilerde vücudun metabolizması değiştiğinden, ilaç kullanımını yönetmek de gerçek bir maharet ister. Bu nedenle öncelikle doktorunuzdan ilaçlarınızı hangi sorun için kullandığınızı, ne zaman alacağınızı, ne kadar süre devam edeceğinizi öğrenin.



Alkolden uzak durun!

Bunun yanında tuz, yağ ve şeker içeren gıdalardan uzak durun. Gerekirse bir Beslenme uzmanından yardım alın. Alkol ve sigaradan kaçının. Bol bol su için. Brokoli, karnabahar ve lahana yiyin. Soğan ve sarmısak tüketerek karaciğeri destekleyin.



Şeker hastaları yüksek tansiyona dikkat etsin

* 62 yaşındayım. Dokuz yıldır da şeker hastasıyım. Tansiyon ve kolesterol sorunu da yaşıyorum. Sadece şeker ilaçlarımı almam yeterli olur mu? K.P./Giresun

Dünya Sağlık Örgütü'nün yeni açıkladığı bir rapora göre; yüksek tansiyon tüm dünyada yılda 7.5 milyon kişinin ölümüne neden oluyor. Yine tüm dünyada ölüme en fazla sebebiyet veren kalp-damar hastalıklarının yüzde 45'i ve beyin-damar hastalıklarının yüzde 51'i yüksek kan basıncı nedeniyle oluşuyor. Bunun yanında yüksek tansiyon; inme ve felç gibi hastalıklara yol açarak hayat kalitesini de olumsuz etkiliyor. Bu nedenle düzenli aralıklarla kan basıncını ölçtürmek, Yaşam alışkanlıklarında düzenlemeler yapmak ve gerekirse ilaç tedavilerinden yararlanmak gerekiyor. Ancak özellikle kalp ve damar sağlığını tehdit eden şeker hastalığı gibi başka risk faktörleri söz konusu olduğunda kan basıncı kontrolü daha da önem kazanıyor.



Kolesterol önemli!

Amerika'da son günlerde yayınlanan bir çalışma ise şeker hastalarının kan şekeri seviyeleri için gösterdikleri özeni yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol seviyeleri için göstermediklerini ortaya koydu. Oysa şeker hastalığında yüksek kan basıncının kontrol altında tutulması, yaşam süresinin uzamasına ve ölüm riskinin azalmasına yardım ediyor. Uzmanlar, şeker hastalarının sistolik kan basıncını 130 Hg'nin altında tutmalarını öneriyor.



Kış depresyonuna yeşil çay

* Uzun süredir depresifim. Aile doktorumuz 'Kış depresyonu olabilir' dedi. Ne yapmalıyım? M.S./Adana

Kış depresyonun belirtileri depresyona oldukça benzer... Üzüntü, yalnız kalma isteği, enerji ve konsantrasyon kaybı, uykusuzluk veya aşırı uyuma, cinsel sorunlar, baş ve kas ağrıları, iştahta artış veya azalma, intihar düşüncelerine sebep olabilir. Kış depresyonuyla savaşmak için özellikle güneşli günlerde dışarı çıkarak, en az 30-40 dakikalık yürüyüşler yapın. Omega3 içeren balık ürünleri, ceviz, keten tohumu ve semizotu ile B vitaminleri, demir, magnezyum, potasyum, selenyum ve çinkodan yararlanın. Koenzim Q10 ve yeşil çay gibi besin destekleri hakkında doktorunuza danışın. Aşırı şeker içeren gıdalardan mümkün olduğunca kaçının.
İlaç içerken brokoli ve lahana böbrekleri korur

Ağırlık çalışmanın püf noktaları

AĞIRLIK

Seçeceğiniz ağırlık, belirlediğiniz tekrar sayısının sonuna yaklaştığınızda sizi güçsüz bırakacak kadar olmalıdır. Eğer belirlediğiniz sayının sonunda, daha devam edecek enerjiniz kalmışsa; az ağırlıkla çalışmışsınız demektir. Belirlenen sayıya ulaşamadan enerjinizi tüketmişseniz de fazla ağırlıkla çalışıyorsunuz demektir.



DİNLENME

Setler arasındaki dinlenmenin ölçüsünü kaçırmamak gerekiyor. Bu, oturup kendinize içecek bir şeyler söyleme aralığı değil. Dinlenme süresi, genelde çalışılan ağırlıkla alakalıdır ama 1.5 dakikayı geçmemesinde fayda vardır. 'Süperset' olarak tabir edilen çalışmalarda, tekrarlar arasında dinlenilmez; ama o, daha profesyonellerin işidir.



TOPARLANMA

Aslında ağırlık çalışmalarının en önemli evresidir. Metabolizma ne kadar ağır kaldırmışsa, o kadar uzun bir toparlanma sürecine ihtiyaç duyar. Çok ağır kilolarla çalışılmadığı sürece, genelde kas grupları, 24 saat içinde toparlanır. Unutmayın ki bu sürecin, dinlenme kadar; Beslenme ve uyku düzeniyle de alakası vardır.
Ağırlık çalışmanın püf noktaları

Bir gülüş neler anlatır?

Afrika'da yaşayan benekli sırtlanların (crocuta crocuta) çıkardıkları "isterik kıkırdayış" seslerini inceleyen Bilim Adamları, bu seslerin hayvanın yaşını, cinsiyeti ve sürüdeki yerini gösterdiğini tespit etti.
İtalyan Corriere della Sera gazetesinin haberine göre, ABD'deki Kaliforniya Üniversitesi ile Fransa'daki St. Etienne Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen araştırmada Bilim adamları, 26 sırtlanın seslerini kaydetti.
Sırtlanların çıkardığı kıkırdama seslerinin tonunun hayvanın sosyal sınıfını gösterdiğini gözlemleyen bilim adamları, bu sayede işbirliği içinde avlanmalarına rağmen, avın paylaşılması sırasında oldukça rekabetçi olan bu hayvanların sürülerinde Beslenme kurallarının belirlendiğini söyledi.
Sırtlan sürülerinde dişilerin otoritesinin hakim olduğunu da belirten bilim adamları, yani dişi sırtlanların yaşlarından bağımsız olarak sürüde öncelikli olduklarını kaydetti.
Bilim adamları, sırtlanların çıkardığı kıkırdama seslerinin içerdiği bilgilerin, sürüye yeni katılan bir erkek sırtlan için, grupta kimin sözünün geçtiğini anlaması ve kendi sosyal pozisyonunu iyileştirmesi açısından önemli olduğunu da ifade etti.
Bir gülüş neler anlatır?

Krizde dünya en çok ne yedi?

BURSA - İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hikmet Boyacıoğlu, ABD başta olmak üzere gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri derinden etkileyen küresel krizin Beslenme alışkanlıklarında da bazı değişikliklere yol açtığını söyledi.
Kriz döneminde gıda Sağlık konusunun başarının anahtarı olarak ön plana çıktığını dile getiren Boyacıoğlu, sağlığa önem veren gıda firmalarının krizi fırsata dönüştürerek, durgunluğu daha az zararla atlattığını vurguladı.
Uluslararası araştırma kuruluşlarının 2009 yılında yaptığı çalışmalara göre, temel gıda maddelerinin genel perakende satış hacmi performansında, ekonomik düşünceden ziyade, sağlığın esas itici kuvvet olmayı sürdürdüğünü ifade eden Boyacıoğlu, şöyle konuştu:
''Bunun sonucu olarak sağlık faktörü, hangi kategorilerin kazanan veya kaybeden olduğunun belirlenmesinde etkili oldu. Küresel kriz döneminde, bitkisel tohum yağları, içilebilir yoğurt ve bebek gıdaları kazananlar, tereyağı, yemeklik katı yağlar ve UHT süt kaybedenler tarafında yer aldı. Dünyada temel gıda maddeleri, diğer gıda kategorilerine benzemeksizin, düşünmeden alınan ve bağımlılık duyulan gıdalar gibi zorunluluk olarak algılanıyor. Bu nedenle tüketiciler, genel olarak, kendilerinin ve ailelerinin sağlığı için ödün vermekten ziyade gıda dışı ürünler ve restorandan yemekten kesinti yapmaya istekli oldukları ortaya çıkıyor.''
Boyacıoğlu, ekmek ve pirincin Dünyanın çoğunluğunda temel gıda olarak tercihte ilk sırada yer aldığını belirterek, kriz döneminde birçok ülke vatandaşının evde yemeğe yöneldiklerini bildirdi.
Araştırmalarda tüketicilerin dışarıda yemek yemeyi azalttığının görüldüğüne işaret eden Boyacıoğlu, bunun evde yemekle birlikte indirimli satış yerlerine ve paket servise hızlı talepten kaynaklandığını belirtti.
Sağlık referansının, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan bölgelerde, ekonomik faktörlere bakılmaksızın halen ilk sırada yer aldığını ifade eden Boyacıoğlu, ''Tüketicilerin, genel olarak, azalan gelirlerine karşın, sağlıklı temel gıda maddeleri için daha fazla ödemeye istekli oldukları kanıtlanmıştır. Bu durum, kriz döneminde bile insanların sağlığı ilk planda tuttuğunu göstermektedir'' dedi.
Krizde dünya en çok ne yedi?

Doğru beslenin, sınav başarınızı artırın

İSTANBUL - Sınav dönemlerinde yeterli ve dengeli bir Beslenme programı uygulanırsa, hem Sağlık problemlerinden korunmak hem de doğru besin seçimi ile başarıyı artırmak mümkün olabilir.
Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Diyetisyen Yeşim Çelik, 11 Nisan Pazar günü yapılacak Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) öncesi, sınav döneminde beslenme ile ilgili şu önerilerde bulundu:
SINAV ÖNCESİ DIŞARIDA YEMEK YEMEYİN"Sınava girecek kişilerde, sınav öncesi beslenme ve sınav günü beslenme büyük önem taşımaktadır. Bu dönemde Stres yüksek olduğu için yemek konusunda kişiler zorlanmamalıdır. Herkesin yemek alışkanlığı ve damak zevki farklı olduğundan yararlı diye bazı besinleri yemesi konusunda üzerine gidilmemeli, beslenme alışkanlıklarının dışına çıkılmamalıdır. Kişinin alışkanlığı olan daha önce yediğinde vücutta reaksiyon vermeyen besinler alınmalıdır, besin zehirlenmeleri riski olduğu için 1 gün öncesinde dışarıda yemek yenmemelidir, yenilmesi zorunlu ise mayonez, tavuk gibi çabuk bozulabilecek gıdalardan sakınılmalı, açıkta satılan gıdalar tüketilmemelidir. Bir gün öncesinde gaz problemi oluşturacak kurubaklagil, lahana gibi besinlerden uzak durulmalı, başarıyı olumsuz etkileyeceği için kızartma, birçok besinin bir araya gelmesiyle oluşan karışık yemekler, çok yağlı, ağır soslu yemekler tercih edilmemeli mümkün olduğu kadar hafif, yağsız besinler tüketilmelidir.
C VİTAMİNİ İÇEREN BİTKİ ÇAYLARINI TERCİH EDİNÖzellikle bu dönemde çok fazla çay, kahve ve kola içmek kalp çarpıntısına, huzursuzluğa, geç saatlerde de uykusuzluğa, korku ve endişeye neden olur. Kolalı içeceklerde bol miktarda kafein içerir. Bunların yerine C vitamini içeriği yüksek kuşburnu, papatya, adaçayı gibi bitki çayları tüketmek daha doğrudur.
STRESİ AZALTIP, KONSANTRASYONU YÜKSELTMEK İÇİN...Güne kahvaltısız başlamayın. Yapılan Bilimsel çalışmalar göstermektedir ki sınav sabahı iyi bir kahvaltı ile güne başlayan çocuklar yeterli ve dengeli bir öğün tüketirlerse gerekli besin öğeleri ve enerji aldıkları için sınavda daha başarılı olmaktadırlar.
-Gün içinde 5-6 öğün yiyecek tüketin ( 2-3 saatte bir beslenmeye gayret edin).-Kafein içeren içecek ve yiyeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışın (kolalı içecekler, kahve, çikolata vb).-Aşırı tuz ( salamura yiyecekler vb) ve şeker içeren gıdaları dikkatli tüketmeye çalışın.-Gaz yapıcı özelliği olan yiyeceklere dikkat edin(kurubaklagiller asitli içecekler vb).-Balık, ceviz, zeytinyağı, yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı et, pekmez, maydanoz, yeşil biber, kivi, portakal, kuşburnu mutlaka haftalık ve günlük beslenmenizde yer vermeye çalışın.-Tam buğday ekmeği, bulgur pilavı, kepekli makarna, tam buğday unundan yapılmış kekler vb (Ölçülü olmak kaydı ile).-Süt, yoğurt, ayran, peynir tüketin.-Muz yiyin.-Açık havada hoşlandığınız Spor ve aktiviteleri yapın.
TATLI İYİ HİSSETTİRMEZYapılan en büyük hata; beynin şeker ile çalışmasından dolayı fazla miktarda çikolata ve basit şeker içeren tatlıların tüketimidir. Beyin kandaki şekeri tüketir fakat basit karbonhidrat dediğimiz sofra şekeri ve bunu içeren gıdalar çikolata, tatlılar veya bisküviler kan şekerini hızla yükseltip düşürdüğü için beynin şekere olan ihtiyacını karşılamaz aksine kan da hipoglisemi ( Kan şekerinin düşmesi) ye sebep olmasından dolayı tüketimi önerilmez, bu yüzden beynin kan şekerini sağlayacak olan şekerler sabah tüketilecek, süt, ekmek, yulaf, meyve v.b besinlerden alınacak şekerlerdir. Bu yüzden sınav öncesi ve sınav sırasında basit karbonhidrat içeren tatlıların tüketimi yanlıştır.
Doğru beslenin, sınav başarınızı artırın

Bilinçsiz diyetin faturası...

İSTANBUL - Fazla kilolardan kurtulup, vücudu deniz ve havuz mevsimine hazırlama telaşı başladı. Ancak bilinçsiz Diyet uygulamaları sonucu gelişen yeme bozuklukları sağlığı tehdit ediyor. Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Diyetisyen Yeşim Çelik, yeme bozukluklarının genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görüdüğünü söylüyor. Yeme bozukluklarının gelişmiş ülke hastalığı olmaktan çıkıp, gelişmekte olan ülkelerde de görüldüğünü belirten Çelik, sosyal ya da Genetik faktörlerden kaynaklanabilen sorunda, psikolojik bozuklukların önemli rol oynadığını vurguladı. Anoreksiya ve bulimianın en çok genç kızları tehdit ettiğini belirten Çelik, yeme bozukluklarının nedenleri, yarattığı etkiler ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:
"Belirtileri; kendini şişman hissetme, kilo almaktan korkma, yemek yendiği zaman kontrolü kaybetme duygusu, kiloyla kendine saygı duymak arasında bağlantı kurmak, vücut imajıyla ilgili aşırı saplantılı olmak, yemek yedikten sonra suçluluk ya da utanç hissetmek, tekrarlanan diyet girişimleri, yemek yeme konusunda utanma, gizli gizli yemek yeme, yemek yeme alışkanlığı hakkında yalan söyleme, ağır diyetler, kusmaya neden olma, yemek yedikten sonra ağır egzersizler yapma, Depresyon, kilosundan utanma şeklinde görülür. ŞİŞMANLAMA KORKUSU İŞTAH AZALMASINA NEDEN OLURİnceliğe önem verilmesi, oyuncu ve mankenlere özenme gibi nedenlerin üzerine bir de psikolojik sorunlar eklendiğinde yeme bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Yeme bozuklukları ya yiyecekten tiksinerek yemeyi reddetme ya da yediğinden dolayı suçluluk duyarak kusma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yemeği tiksinerek reddetme sonucu “anoreksiya nervoza”, yediğini kusma “bulimiya nervoza” olarak tanımlanmaktadır.
Yeme bozukluğu daha çok genç kadınlarda görülmekle birlikte bazı mesleklerdeki erkeklerde de görülebilmektedir. Yine sürekli sıkı ağırlık kontrolü gerektiren atlerde de yeme bozukluğu ortaya çıkmaktadır.
ANOREKSİYA YEMEKTEN TİKSİNDİREBİLİRAnorektik bireyler başlangıçta düzensiz, garip beslenme alışkanlığı geliştirirler ve zamanla yemekten tiksinti duyarak yemeyi reddederler, fiziksel aktivitelerini ise artırırlar. Kendini yalnız hissetme, ergenlik dönemindeki sorunlar, ailede alkolik bireylerin olması, aşırı koruyucu aile, anne babanın çocuktan çok şey beklemesi gibi durumlar bu yeme bozukluğunun oluşmasına neden olabilir.
Anoreksiya nervozalı bireyler kendine saygısını yitirmiş, düşünceleri sürekli yiyeceklerle meşgul olan, saplantılı, aşırı mükemmeliyetçi, aşırı başarma hırsı olan, sosyal olarak geri çekilmiş, iletişime açık olmayan, vücut imajlarının bozulmuş olduğunu düşünen kişilerdir. İki türlü yeme davranışı gösterirler; bir kısmı kalori kısıtlaması yapar ve arınma davranışı (kusma gibi) göstermez, diğer bir grup ise anoreksiya olayı boyunca devamlı yer ve arınma davranışında bulunur.
ERKEN DÖNEMDE MÜDAHALE EDİLMELİZamanla müdahale edilmezse yağ dokusunun çoğunun kaybolması, kas erimesi, adetten kesilme, çeşitli vitamin yetersizliği belirtileri, tırnaklarda kırılma ve incelme, kabızlık, uykusuzluk, ödem, hiperaktivite ve gençlerde gelişme geriliği gibi belirtiler ortaya çıkar.
BULİMİA VÜCUDU YİYİP BİTİRİYORDayanılmaz bir yemek yeme tutkusu ile nöbetler halinde son derece aşırı yemek yeme halidir. Bulimikler aşırı yeme sonucunda bunlardan arınmak için kusma, ağır diyetler ve ağır egzersizle yemeyi kontrol altına alma gibi davranışlara başvururlar.
Hastalığın fiziksel belirtilerini saptamak zordur, fakat sürekli kusma nedeniyle dişlerde çürükler ve kayıplar, tükürük bezlerinde şişme, ağız içi, yemek borusu ve dilde harabiyet oluşur. Sık ve yüksek dozda kullanılan laksatifler nedeniyle bağırsak hareketlerinde bozulma görülür. A ve E vitamini gibi yağda eriyen vitamin eksiklikleri ve kusma davranışı nedeniyle vücut içi sıvı dengesinde bozulmalar oluşur. Anorektik bireylerin tersine aktif ve dışa dönük bireylerdir. Vücut ağırlıklarında dalgalanmalar görülür. Üzgün ve sıkıntılı kişilerdir ayrıca adet düzensizlikleri görülür.
Bilinçsiz diyetin faturası...

YGS ye gireceklere beslenme önerileri

BURSA - Uludağ Üniversitesi (UÜ) Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, sınavlarda hiçbir gıdanın başarıyı tek başına, mucizevi bir şekilde etkilemeyeceğini söyledi.Tayar, doğru beslenmenin sınav sırasında oluşabilecek mide bulantısı, kabızlık ve gaz gibi sorunların önüne geçebileceğini ifade ederek, iyi beslenmenin sınavda başarıya katkı sağlayabileceğini vurguladı.Yeterli ve dengeli beslenmenin, dört besin grubunda bulunan besinlerin yeterli miktarda tüketilmesiyle olacağını belirten Tayar, süt ve yoğurt, et, tavuk, yumurta ve kuru baklagiller, sebze ve meyve grubu ile tahıl grubuna giren ekmek, bulgur, makarna, pirinç, Mısır ve tarhana ile doğru beslenmenin yakalanabileceğini kaydetti.
YGS'ye gireceklere beslenme önerileri

Kalori tuzaklarına düşmeyin

İSTANBUL - Bahar havalarının insanın içini coşturduğu bu günlerde herkes forma girmek, sağlıklı ve fit görünmek istiyor. Sağlığını, formunu ve keyfini düşünenler günlük hayata kolay adapte edilebilecek tavsiyelere ihtiyaç duyuyor. "Şişmanlama nedeniniz, inandıklarınızdır..." diyen Kiloss Beslenme ve Danışmanlık Hizmetlerinden Diyetisyen Berrin Yiğit, kendinize önce şu 5 soruyu sormanızı öneriyor ve düştüğünüz Diyet tuzaklarından çıkmanızı kolaylaştıracak tüyoları paylaşıyor:
1-Hem beslenme alışkanlığımda hem de hareketlerimde kalıcı farklar yaratmaya hazır mıyım?2-Hızlı başlayıp, gittikçe azalan kilo kayıplarında da moralimi yüksek tutacak mıyım?3-Bu sefer ne olursa olsun ideal kiloma ulaşana kadar pes etmeyeceğime inanıyor muyum?4-Stresli olsam da kendimi yemekle mutlu etmeyeceğimden emin miyim?5-Kilo vermemin hayatımdaki pek çok şeyi değiştireceği gerçeğini unutmayacak mıyım?
Kaybetmeyi gerçekten istediğiniz zaman hiçbir engel tanımazsınız: Bunun için öncelikle kilo kaybetme ve koruma aşamalarını aynı amaç olarak kabul etmelisiniz. Bir kitabı hızlıca okuyup hiç anlamadan bitirmenin anlamı yoktur. Önemli olan kitabı sindirerek ve ne dediğini kavrayarak okumak. Aksi takdirde tekrar tekrar okursunuz, tıpkı bitip tükenmeyen diyet girişimleriniz gibi.
"Moralim bozuk bari yemeğimi elimden almayın" demeyin: Böyle düşünerek yedikleriyle mutlu olmaya çalışanların vay haline. Duygusal duruma bağlı olarak yemek yemek, kısır döngü halinde her zayıf anınızda sizi tuzağa düşürür. Mevsim geçişlerinde ani iniş-çıkışlar yaşayan iştah mekanizmasında en önemli etken, değişken ruh halleridir. Bu nedenle moralinizi hep yüksek tutmaya gayret etmelisiniz. Öte yandan sizi yemek dışında mutlu eden aktiviteler bulup, bunları mutfağın girişine ya da buzdolabına asmalı, kışkırtıcı besinleri eve sokmayarak hem aklınızdan hem de midenizden uzaklaştırmalısınız.
"Barsaklarım tembel ne yesem, içsem sıkıntı yaşıyorum": Eğer böyle diyorsanız, bunun açılımı yeteri kadar su içmemeniz, lif almamanız ve de hareketsizliğinizdir. Aktif yaşamı ilke edinmeyen kişiler özellikle de masa başında çalışanlar, hayatının her anında stresli olanlar, aldığı sebze, etin yanında garnitür olarak gelen 2 dilim domates, 1 biberle sınırlı olanlar, içtiği su günde 1-2 bardağı geçmeyenler ciddi sıkıntıdadır. Hemen günde en az 4 küçük pet şişe su içmeye, 20 dakika yürüyüş yapmaya, günde 5-6 porsiyon sebze, 2-3 porsiyon meyve tüketmeye başlayın. Sebzelerden özellikle patlıcan, enginar, bamya, meyvelerden pomelo, armut, incir, kuru erik, kayısı ve elma ilk öncelikleriniz olmalıdır. Canınız sürekli çikolata istiyorsa...: Bunun nedeni yağlı gıdalar tüketme tutkunuz olabilir. Güzel haber; yağ eşiğini düşürmek kolaydır. 2 hafta kadar yağ alımınızı azaltırsanız bu süreçte şeker duyusunu uyaran tüm şekerli besinleri de yemezseniz, inanın eskisi kadar fazla tatlı istemeyeceksiniz.
"Az su içtiğimi biliyorum ama nedense alışkanlık edinemiyorum" diyorsanız...: Su içme alışkanlığı edinmek için düzenli olarak gün içine yaymak şartıyla su tüketmelisiniz. Suyun tadını renklendirmek için meyve dilimleri veya meyveli buz küpleri ekleyebilirsiniz. Öte yandan dişinizi fırçalar, çok naneli sakız çiğner, damağa yapışan nefes ferahlatıcı naneli striplerden yerseniz susayacaksınız.
Kalori tuzaklarına düşmeyin

Yağ mı kaybediyorsunuz, kas mı?

İSTANBUL - Peki, fazla kilolardan kurtulmak isterken yağ mı, kas mı, yoksa sıvı mı kaybettiğinizi nasıl bileceksiniz?Uzmanlar, çok düşük oranlarda karbonhidrat içeren diyetlerde su, açlık durumunda ise kas kaybının olduğunu söylüyor. Yağ kaybı ise ancak düzenli Egzersiz yapılır, dengeli ve doğru bir Diyet uygulanırsa sağlanabiliyor.
Kaybedilen kilonun nereden gittiğini nasıl saptayabiliriz? Bu sorunun cevabını, Uzman Diyetisyen Turgay Köse veriyor:"Evlerde veya eczanelerde bulunan klasik basküller sadece ağırlığı ölçebiliyor. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu. Yani şişmanlıkta ölçüt kilo değil, vücuttaki yağ ve kas arasındaki uyumdur. İşte bu noktadan yola çıkılarak BIA (Bioelectrical Impedance Analysis) tekniği ile ölçüm yapan cihazlar geliştirilmiştir.
Yağ mı kaybediyorsunuz, kas mı?

Fazla kilolardan kurtulmanın tam zamanı

İSTANBUL - Siz de fit bir vücudun hayalini kuruyor, ancak diyetlerle bir türlü baş edemiyor musunuz? Telaşlanmayın, çünkü ideal kilonuza kavuşmanız için ağır ve sıkıcı diyetlere ihtiyacınız olmayacak. Fit bir vücut için yapmanız gereken; yeterli ve dengeli beslenmek.
Büyük şehirlerde yaşamanın en büyük dezavantajlarından biri, yoğun iş hayatı ve günlük koşuşturmalarımız nedeniyle düzensiz beslenmek zorunda kalmamız. Hemen hepimiz sabahları kahvaltımızı ayakta atıştırıyor, gündüz tabağımızdaki besinleri hızla tüketiyor, akşam öğününü de neredeyse yatma vaktine yakın yemek zorunda kalıyoruz. Bunun faturasını da hızla aldığımız kilolar ile ödemek zorunda kalıyoruz. Fazla kilolarımızdan kurtulup fit bir vücuda sahip olabilmemiz için başladığımız diyetleri de genellikle düzensiz yaşantımız ya da aynı besinleri yemekten sıkılıp irademize yenik düşerek yarım bırakıyoruz. Büyük bir irade örneği gösterip diyetlerine devam ederek fazla kilolarından kurtulanlarımız da bir süre sonra eski Beslenme düzenine dönüyor, sonuçta verdiği kiloları fazlasıyla geri alıyor. "Aslında fazla kilolardan kurtulmak ve ideal kiloyu ömür boyu korumak için Diyet yapmaya hiç gerek yok. Sadece yeterli ve dengeli beslenerek, yani kendimize yeni bir beslenme programı oluşturarak ömür boyu ideal kilomuzu korumamız mümkün" diyen Acıbadem Kozyatağı Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit, fazla kilolardan kurtulmak için neler yapmak ve nelerden kaçınmak gerektiğini anlatıyor:
BUNLARI YAPIN!1-Besinleri yavaş çiğneyin: Zamanınız olmasa bile tabaktaki yemekleri hızlı yemekten vazgeçin. Ana öğünleriniz en az 15–20 dakika sürmeli. Çünkü beynin ‘tokum’ sinyalini vermesi için yaklaşık bu kadar süreye ihtiyacı var. Eğer besinleri hızla çiğnerseniz kontrolünüzü yitirerek bu süre içinde daha fazla yemek tüketme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.
2-Her öğünden önce su için: Her gün 1.5–2 litre su içmeyi alışkanlık haline getirin. Gün içinde düzenli olarak tüketeceğiniz su metabolizmanızı hızlandırmak gibi önemli bir işlev üstleniyor. Ancak bu özelliğinden faydalanmak için suyu gün içine yayarak içmeniz şart. Eğer akşam su içmediğinizi fark edip bolca tüketmeye kalkarsanız, sık sık tuvalete gitmek dışında hiçbir değişiklik sağlayamazsınız. Bu nedenle her öğün öncesinde bir bardak su içmelisiniz. Böylece hem açlık hissinizi azaltarak gereksiz atıştırmalardan korunmuş hem de günde en az 6 bardak su içmeyi garantilemiş olursunuz. Yemek yerken su tüketiminden ise kaçının, aksi halde mide hacmini artırmış olursunuz ki bu da daha fazla besin tüketmeniz anlamına geliyor. Yemekten sonra su içmek için en az 1–1.5 saat geçmiş olmalı. Çünkü mide boş iken su, doğrudan bağırsaklara karışıyor ama besinle karıştığında mideyi genişletmekten başka bir işlev üstlenmiyor.
3-Sebzeye ağırlık verin: Ana öğünlerinizden birinin mutlaka sebze ağırlıklı olmasına dikkat edin. Böylelikle hem bağırsakların daha hızlı çalışmasını sağlar, hem de daha az kalorili bir menüye sahip olursunuz. Örneğin ana öğününüzde et ve makarna yerseniz sebzeden çok daha fazla enerji alabilirsiniz. Ancak sebzeler bir porsiyon ete göre neredeyse dörtte biri kadar enerjiye sahip olsalar da, hemen hemen aynı derecede tokluk sağlarlar. Örneğin etin sindirimi 3–4 saat sürüyorsa, sebzenin sindirimi 2 saat kadar sürer. Fakat sebzeyi bir dilim ekmekle desteklerseniz, etli menü kadar uzun süre tok kalabilirsiniz. Bu nedenle gün içinde minimum 2-3 porsiyon sebze, yine aynı oranda meyve almayı alışkanlık haline getirin.
4-Porsiyonlarınızı küçültün: Meyvede bir porsiyon derken, aklınıza dolu bir tabak gelmesin. Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit bir porsiyonun 50 kalori olduğunu, bunu da yarım muz, büyük bir mandalina, küçük bir elma veya ayvanın dörtte biri ile alabileceğimizi belirtiyorlar. Sebzelerde de, 4 yemek kaşığı bir porsiyona karşılık geliyor.
5-Tatlılara ‘ambargo’ koyun!: Gün içinde yeteri kadar karbonhidrat tüketmediğimizde enerji ihtiyacımızı karşılayamıyoruz. Bunun sonucunda da beynimiz bize ‘tatlı’ yememizi emrediyor. Biz de ‘krizim tuttu’ diyerek tatlılara saldırmaya başlıyoruz. Oysa tatlı ihtiyacımızı önlemenin tek yolu düzenli beslenmek ve enerjiyi dengeli bir şekilde almaktan geçiyor. Cirit, şeker gibi basit karbonhidrat grubunda yer alan besinleri haftada 1, en fazla 2 kere tüketmenizi öneriyor. Çünkü tatlı yediğinizde 300-350 gibi yüksek bir kalori alırsınız ama kan şekeriniz hızla yükselip tekrar düştüğü için yarım saat sonra tekrar acıkırsınız. Bunun aksine bol peynirli kepekli sandviç yerseniz neredeyse 3 saat boyunca tok kalabilirsiniz. Gün içinde 2–3 porsiyon meyve yediğinizde de tatlı krizinin önüne geçebilirsiniz. Eğer canınız çok tatlı çektiyse, baklava ve şekerpare gibi kalorisi bol tatlılar yerine, daha az kalori içeren sütlü tatlıları tercih edin.
6- Çeşitli beslenin: Besinleri sadece kalori veren maddeler olarak düşünmeyin. Vücudumuzun iyi enerji harcaması, günlük işlerini yerine getirebilmesi ve aynı zamanda sağlıklı olarak hayatına devam edebilmesi için ihtiyacı olan besin öğelerini bize gıdalar verir. Tüm besin öğelerini içinde bulunduran tek bir besin olmadığı gibi aynı besin grubunda yer alan besinlerin de içeriği farklılık gösterir. Hem Kilo Vermek hem de kiloyu korumak için çeşitli beslenmeyi ihmal etmemeliyiz.
BUNLARI YAPMAYIN!1-Yağları ‘yasak’ listesine almayın: Kilo vermek uğruna yağdan vazgeçmeyin. Çünkü yağlar sindirimi en uzun süren grup oldukları için yemeklere ilave etmezseniz tokluk süreniz kısalır, siz de kendinizi yine sofra başında bulabilirsiniz. Fakat çok hareketli bir yaşantınız yoksa, et, peynir ve yoğurt tüketirken zaten vücudunuzun ihtiyacı kadar aldığınız için doymuş, yani katı yağlardan kaçının. Gün içinde yemeklere katacağınız sıvı yağ miktarı 4–5 tatlı kaşığını geçmemeli. Bunun için de 4–5 su bardağı ile yapacağınız çorbaya yarım yemek kaşığı, bir kiloluk sebze yemeğine de yarım çay bardağı, salatalara da 1 tatlı kaşığı kadar sıvı yağ eklemeniz yeterli gelecektir.
2-Karbonhidrattan vazgeçmeyin: Kilo vermeye karar verdiğimizde çoğumuzun yaptığı ilk şey, ‘karbonhidratlı besinleri sofradan kaldırmak oluyor. Oysa hem yeterli beslenmek hem de midemizin tok kalması için günlük enerji ihtiyacımızın yüzde 50–60’ını karbonhidrat kaynaklı besinlerden sağlamamız şart. Bu da günde 300–350 gr karbonhidrat anlamına geliyor. Diyelim ki et ve yanında da bolca salata yediniz. Karbonhidrat içeren besin tüketmezseniz vücudunuz ihtiyaç duyduğu ‘enerjiyi’ alamadığı için 1–1.5 saat sonra acıkmaya başlarsınız. Bunun aksine yanında karbonhidrat içeren bir besin tüketirseniz en az 2–2.5 saat tok kalır, bu sayede bir sonraki öğüne kadar gereksiz şeyler atıştırmazsınız. Dolayısıyla her öğünde karbonhidrat içeren besinlere mutlaka yer verin. Ancak seçiminiz kan şekerini hızla yükseltmedikleri için lif içerenlerden yana olmalı. Örneğin pilav ya da patates yerine, sindirimleri nispeten daha uzun süren, böylece kan şekerini hızla yükseltmeyen kepek ekmeğini, tam buğday makarnasını, kuru baklagilleri veya bulgur pilavını tercih etmenizde fayda var. Tabii her öğünde karbonhidrat içeren besinleri 3–4 yemek kaşığını geçmeyecek miktarda yemeniz gerektiğini de unutmayın.
3-Öğün atlamayın: Zayıflamanın öğün atlamaktan geçtiği yolundaki hatalı bilgilerle hareket etmeyin. Çünkü aç kaldığınızda vücudunuz bunu bir tehdit olarak algılıyor ve ihtiyaç duyulan enerjiyi yağ dokusundan almaya başlıyor. Fakat vücut uzun süre açlıktan sonra yağ deposundan sağlanan bu enerjiyi, öğün tüketilmesi ile beraber besinlerle gelen enerjiyi tekrar yağ dokusuna geri gönderiyor, hem de fazlasıyla. Bu da kilo verememenize, hatta kilo almanıza yol açıyor.
Dolayısıyla kahvaltıyı uyandıktan sonra en geç 1 saat içinde yapmalı ve sonraki öğünleri 2–4 saat sonra olacak şekilde planlamalısınız. Bunun için her gün 3’ü ana öğün olmak üzere günde en az 5–6 kez beslenin. İsterseniz, ara öğün sayısını 4’e bile çıkarabilirsiniz. Bu sayıyı kahvaltı saatinize göre belirleyebilirsiniz. Örneğin kahvaltınızı saat 7.00’de yapıyorsanız, ana öğünden önce mutlaka bir ara öğününüz olmalı. Ancak sofraya saat 10.00 gibi oturuyorsanız, bu durumda 2–3 saat sonra öğle yemeğine geçebilirsiniz.
4-Sofraya geç saatlerde oturmayın: Yoğun iş temposu nedeniyle bunu başarmak pek kolay olmasa da akşam yemeğini çok geç saatlere bırakmamaya çalışın. Akşam saat 19.00 gibi sofraya oturabiliyorsanız, çok şanslısınız. Ancak bu mümkün değilse ve diyelim ki saat 24.00’te yatağa gireceksiniz, hiç olmazsa yatmadan en az 4 saat önce akşam öğününü tamamlayın ki hareketsiz kaldığınız için kaloriler vücudunuzda depolanmasın. Akşam yemeğinde ağır yemekler yerine kalorisi az ve sindirimi kolay hafif yemekleri tercih edin. Eğer geç kalmışsanız, akşam yemeğini atlamayı bir çözüm olarak da görmeyin. Çünkü öğünü tamamen atlarsanız yetersiz beslenmiş olur ve vücudunuz uzun süre aç kalacağı için bazal metabolizmanızın hızının düşmesine yol açabilirsiniz.
5-Kızartmayın, haşlayın: Fazla kilolarınızdan kurtulmak için besinlerinizi pişirme şekline de dikkat etmelisiniz. Kızartmaları ayda bir veya iki kez ile sınırlamalı, bunun yerine haşlama veya fırında pişirme şekillerini tercih etmelisiniz. Eğer patates kızartmasını çok veriyorsanız, baharatlandırarak fırında elma patates şeklinde hazırlayabilirsiniz.
Fazla kilolardan kurtulmanın tam zamanı

Kanserden korunmak mümkün mü?

İSTANBUL - Kanser oluşumunda iki temel faktör rol oynar. Kalıtsal faktörleri kontrol etmek mümkün değil. Çünkü her insan belirli bir Genetik kod ile doğar ve bu değişmez. Peki ya çevresel faktörler?Sigara, alkol, hava kirliliği, sağlıksız beslenme, obezite, hareketsiz Yaşam ve aşırı miktarda güneş ışınlarına maruz kalmak kansere neden olan çevresel faktörler. Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, çevresel faktörlerin büyük ölçüde kontrolümüz altında olduğunu söylüyor. Demir, "Bu faktörlerden sadece üçünü, beslenme, Obezite ve fiziksel aktiviteyi kontrol altında tuttuğumuz takdirde kanserden 1/3 oranında korunabiliriz, yani sadece üç faktöre müdahale ederek kanser riskini üçte bir oranında düşürmek tamamen elimizde" diyor.
Demir'e göre, tüm çevresel faktörler düşünüldüğünde ise kanser oluşumunu önleme oranı yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Yani Sigara ve alkolden uzak durup, düzenli fiziksel aktivite yaparsak, dengeli ve düzenli beslenerek ideal kiloda kalmayı başarabilir ve güneş ışınlarından bilinçli şekilde yararlanırsak kanserden yüzde 80 oranında korunmamız mümkün olabiliyor. Demir, "Kısaca söylemek gerekirse, kanseri sadece kader olarak düşünmek doğru değil. Çünkü sigara içen erkeklerde akciğer kanserinin görülme riski 23 kat, kadınlarda ise 13 kat artıyor. Sigara içmeyen ve sigara dumanına maruz kalmayan bireylerin akciğer kanserine yakalanmaları ise düşük bir ihtimal" diye konuşuyor. Kanserden korunmada kontrol altında tutabileceğimiz çevresel faktörlerin başında ise beslenme geliyor. Aynı zamanda "Sağlıkta ve Kanserde Doğru Beslenme" adlı 2007 yılında yayınlanmış bir kitabı da bulunan Diyetisyen Çağatay Demir, "Aslında kanserden korunmak için uygulanacak beslenme, doğrudan doğruya Sağlıklı Beslenme ilkeleri ile paralellik gösterir" diyor ve kanserden koruyucu beslenmeye temel olacak noktaları şöyle açıklıyor: GÜNDE 5 PORSİYON VE ÇEŞİTLİ RENKTE MEYVE-SEBZE"Çeşitli renkte meyve ve sebze tüketiminin akciğer, ağız, yemek borusu, mide ve kalın bağırsak kanserlerinde riski azalttığı birçok çalışma ile kanıtlandı. Meyve ve sebzelerin meme ve prostat kanseri gibi hormona dayalı kanser türlerinin oluşma riskini azalttığı konusunda da veriler mevcut. Bu gıdalar, kanserden koruyucu özelliklerini farklı birkaç mekanizma ile gösterirler. Bunlardan ilki bu gıdalarda bulunan çeşitli antioksidanlardır.Antioksidanlar vücutta bulunan serbest radikalleri etkisiz hale getirerek kanserden korurlar. Bunun yanında düşük kalorili oldukları için, meyve ve sebze ağırlıklı beslenmeyle obezitenin önlenmesi de mümkündür. Obezitenin meme, kolon, endometrium, yemek borusu ve böbrek kanserlerinde riski arttırdığı düşünülürse, düzenli meyve ve sebze tüketiminin önemi daha da artar. Ayrıca meyve ve sebzelerde bulunan yüksek miktardaki lif, kolon kanseri riskini de önemli ölçüde azaltıyor. RENKLERİ DEĞİŞTİKÇE KOMPOZİSYONLARI DA DEĞİŞİYORAncak meyve ve sebzeleri tüketirken bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Değişik renkte meyve ve sebzeler tüketmek ve besin çeşitliliği sağlamak çok önemli. Hiçbir besin vücudunuzun ihtiyaç duyduğu besin öğelerini bir arada içeremez. Vücudun ihtiyaç duyduğu besin öğelerini karşılamak için besin çeşitliliği sağlamak en doğru yöntemdir. Meyvelerin rengi değiştikçe içerdikleri vitamin kompozisyonları da değişir. Bu nedenle gün içinde tüketilen meyvelerin renginin birbirinden farklı olması önemlidir.Meyveleri çok iyi yıkayarak, kabuklu tüketmenin lif alımını arttırdığı unutulmamalı. Meyvelerdeki lifin ağırlıklı olarak kabukta bulunmasından dolayı bu yiyecekleri kabuğuyla birlikte tüketmek kanserden korunmanın yanında, kolesterol, şeker ve kabızlık problemlerinde de yararlı olur. Vitamin değerlerini korumak için sebzeleri buharda haşlamak en sağlıklı yöntemdir. Mevsiminde yetişen meyve ve sebzeleri tüketmek daha sağlıklı, daha besleyici, daha lezzetli ve daha ucuzdur. Bu nedenle mevsiminde yetişen meyve ve sebzelerin tüketilmesini öneriyoruz.
KIRMIZI ETTEN UZAK DURUNYapılan çalışmalar kırmızı etin ve sosis, salam, sucuk gibi işlenmiş et ürünlerinin kolon kanserine neden olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle beslenmede bu tür yiyeceklere fazla yer verilmemesi büyük önem taşıyor.
İŞLENMİŞ TAHILLAR YERİNE TAM TAHILLI ÜRÜNLERÇalışmalar, tam tahıl ürünlerinin ağız içi, gırtlak, yemek borusu, yutak, mide, kolon, rektum, karaciğer, mesane, pankreas, meme, rahim, yumurtalık, prostat ve böbrek kanserlerine karşı koruyucu olduğunu gösteriyor. Tam tahılların içerdiği birtakım antioksidanlar ve lifin kansere karşı koruyucu olduğu düşünülüyor. Bu nedenle işlenmiş tahıllar yerine tam tahıllı ürünlerin tüketilmesi kanserden korunmada etkili oluyor.
YAĞSIZ ET, DERİSİZ TAVUKyağ içeriği yüksek olan bir beslenme düzeninin doğrudan kansere yol açtığına dair bir çalışma olmasa da yüksek yağlı beslenmenin fazla kalori alımına, bunun da obeziteye neden olduğu biliniyor. Obezitenin de bazı kanser türlerinde riski arttırdığı bilindiği için yağ içeriği düşük bir beslenme programı uygulamak çok önemli. Bu doğrultuda; kaymak, krema, mayonez gibi yağ içeriği yüksek olan yiyeceklerin tüketilmemesini, süt ve süt ürünlerinin yağsız veya yarım yağlı olanlarının tercih edilmesini, etin yağsız, tavuğun derisiz yenmesini, sakatatlardan uzak durulmasını ve yemeklere konan yağın azaltılmasını öneriyoruz.
MANGAL YERİNE FIRIN, KIZARTMA YERİNE HAŞLAMABesinleri yanlış yöntemlerle pişirmek da kanser oluşumunda önemli etkiye sahip. Özellikle ülkemizde sıklıkla tercih edilen mangalda pişirme kanser oluşumunda ciddi risk oluşturuyor. Temel olarak dikkat edilmesi gereken nokta; besinlerin hızlı pişmesini önleyecek yöntemlerin tercih edilmesidir. Mangal yaparken öncelikle kömürün kor haline gelmesi beklenmeli, kömür ve et arasındaki mesafe en az 15 cm olacak şekilde ayarlanmalı. Yağda kızartma da çok sağlıksız bir pişirme yöntemi. Yiyeceğin hızlı pişmesini sağlayan bu yöntem, hem fazla yağ alımına hem de fazla kaloriye yol açar. En önemlisi de yağın okside olması sonucu kanserojen maddelerin ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Yani besinlerin pişerken kansorojen madde haline gelmemesi için fırın, suda veya buharda haşlama gibi pişirme yöntemleri tercih edilmeli."
Çağatay Demir, kanserden koruyucu beslenmede kadın ve erkeğe özel bir beslenme tarzının olmadığını belirtiyor. Ancak kanser riskleri açısından değerlendirildiğinde, meme kanserinin kadınlarda en çok görülen kanser türü olduğunu hatırlatıyor ve bu nedenle özellikle Meme Kanseri açısından risk grubunda olan kadınların alkol tüketmemesini öneriyor.
Erkeklerde ise prostat kanseri en sık görülen kanser türü. Bu nedenle A vitamininin öncü maddeleri olan karetenoidlerin prostat kanserinden korunma açısından erkeklerde daha faydalı olabileceğini söyleyen Demir, kanserden korumada ön plana çıkan besinlere şu örnekleri veriyor:
Domates: Antikanserojen aktivite gösteren karotenoidlerden biri olan likopen, domateste bulunan vitamin A benzeri bir bileşiktir. Likopenin prostat, meme ve akciğer gibi kanser türlerinde riski azalttığı yönünde çok sayıda araştırma bulunuyor.
Brokoli, Karnabahar, Lahana ve Brüksel Lahanası: Kolon ve prostat kanseri riskini azaltan bu besinler, yüksek oranda C vitamini, beta-karoten, lif, kalsiyum, folik asit ve birçok fitokimyasal madde içerirler. Bu besinlerin yapısında bulunan bileşikler DNA zedelenmesini baskılayan veya bloke eden enzimleri tetikler, tümör büyüklüğünü ve östrojen benzeri hormonların etkinliğini azaltır.
Sarımsak: Midede bulunan Helikobakter Pilori adlı bakterinin üremesini önler. Bu bakteri mide kanseri ile ilişkilendirildiği için, sarımsağın dolaylı yoldan mide kanserinden de koruyabileceği konusunda Bilimsel çalışmalar mevcut.
Soya: Fitoöstrojenler özellikle hormona bağlı olan kanserlerin kontrol ve önlenmesinde rol oynarlar. Meme kanseri, testis ve prostat kanseri gibi östrojenle ilişkili kanserler, fitoöstrojen alımının yüksek olduğu ülkelerde daha düşük oranlarda görülüyor.
Yeşil Çay: Çaydaki antioksidan polifenolik bileşiklerin, kanser ve kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Çayda bulunan temel antioksidan madde ise kateşindir.
Kanserden korunmak mümkün mü?